Genelde ‘’solcu ateistler’’ veya kimi Aleviler; “Alevilerin Şiileştiği“ veya bu minvalde bir ‘’tehlikenin’’ olduğuna dair söylemler duyarız.
Oysa ki, çevremizde kısa bir gözlem yaptığımızda bireysel veya istisnai durumlar haricinde böyle bir şeyin olmadığı-olamayacağı anlaşılmaktadır.
Bu durum bize Alevilerin asimile olmadığını mı anlatır?
Tabi ki hayır!
Aksine, Aleviler asimile oluyor ama Şiiliğe değil Sünni-Hanefiliğe…..
★★★
Alevilik ile şiilik (12 imamcı Caferiler) arasında bir takım kutsal karakterler benzerliği vardır. Bunların başında Muhammed, Ali, Fatma ve imamlar v.s. gibi gelmektedir. Ama bu karakterlere iki kesim de farklı anlam yüklemektedir. Yani iki kesim için bu kutsallar farklı şey olup aynı değildir. Dikkatten kaçırmamak için altını kalın çizmek gerekmektedir. Bu durumun# sadece teolojik değil, aynı zamanda siyasi ve tarihi güçlü bir altyapısı da bulunmaktadır. Dolayısıyla bu iki kesim dışarıdan çok yakın görünüyorsa da, gerçek bunun tam aksidir.

★★★
Şimdi, meramımı daha iyi anlatabilmek için bir parça geriye gidip devam edelim!
Safevilerin kurucusu şah İsmail tam olarak bilmediğimiz birçok sebepten dolayı teolojik-ideolojik olarak dümeni 12 imamcı Şii-Caferiliğe kırar. Sonra Rae Haqi/Aleviler arasındaki makas olarak açılır, farklı kulvarlara düşülür. Böylece iki kesim ayrılır ve iki taraf kendi serüvenini yaşamaya başlar.
Daha sonraları iktidarı elinde bulunduran Safeviler devlet üzerinden sahip olduğu güç ile Alevileri kendi dinsel-ideolojik hattına çekmeye çalışmıştır. Bunuda kimi zaman şiddete başvurarak yapmıştır.
Bu baskıcı durum aynı dozda olmasa da günümüz Şii-Caferi İran’ında hala devam etmektedir…
★★★
Türklerde pek ulu orta konuşulmasa da “Türklük ruhunun“ (buna Türklük sözleşmesi de deniliyor) asıl çimentosu Sünni-Hanefiliktir. Gerçi, kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘’Türklük ve islamın aynı şey olduğunu’’ söyledi. Böylece, en azında Cumhuriyet döneminden beri ‘’herkesin bildiği sır’’ en üst idari makamdan itiraf edilmiştir.
Türkler daha çok Hanefilik üzerinden islama geçmiş ve kısa bir süre sonra bunu sadece bir mezhep değil aynı zamanda ideoloji olarak da benimsemiştir. Daha sonra bizzat kendileri bu mezhebin bin yıldan fazla bir süre hamiliğini yapmış, epey bir bölgeyi ise islam-Sünni-Hanefilik adına yönetmiştir.
Farklı bir deyiş ile Türkler Hanefilik üzerinden sunni dünyanın en büyük bayrağı ve üst aklı olmuştur. Bu konuda ise bir hayli tecrübeli, bilgi donanıma ayrıca da yeterli ve yetkin insan malzemesine de sahip olduğunu belirtmek gerekiyor.
Osmanlının ardında kurulan ve daha sonra her ne kadar “laik olduğunu“ belirtse de Türkiye Cumhuriyeti açık bir şekilde belirgin Sünni-Hanefi renklidir.
Türkler, T.C tapusunu aldığı Lozan antlaşmasının da İslami tarafıdır. Yani, antlaşmayı “müslüman taraf’’ olarak imzalamıştır. Sonra mübadele ile bu durum devam etmiştir. Tabiki burada islamdan kastedilen Sünni-Hanefiliktir. Bunu ise akıldan çıkarmamak lazım.

★★★
Alevi cemaatı, Safeviler ile giriştiği ilişkiden hüsran ile ayrılmış üstüne ayrı bir devlet olma çabası için son atımlık barutunu da tüketmiştir. Bu noktada kaybeden taraf olduğunu söylemek pek yanlış olmasa gerek.
Daha sonraki süreçte Osmanlının devletsiz olan Alevi yerleşimlerinde siyaseten dominant olduğu ve bu kesime büyük zulümler yaptığı bilinmektedir. Bu sebepten dolayı bir çok Alevi hayatta kalmak veya sosyal-siyasal statüsünü kaybetmemek için suni-Hanefiliğe bir miktarı ise Şafi Kürd Mirlikleri baskısından dolayı Şafiliğe geçmiştir. Günümüzdeki Kürd Hanefilerin serencamı tamda bu sebeptendir. Bunun hatırı sayılır bir kısmının asimilasyonu ise son 2 yy. dahi bulmamaktadır.
Ayrıca Aleviler, Hanefiliğe asimile olurken bir kısmı da bu noktada duramamış üstüne dilinide kaybederek Türkleştiğini de hatırlatmak isterim.
★★★
Rahatlıkla anlaşılacağı gibi islam, onun da Sünni-Hanefi mezhebi ‘’Türklüğün omurgasını’’ oluşturur ve resmi mezheptir. Dolayısıyla çok ama çok önemlidir.
Şu halde, Türklerin egemen olduğu yerde değişik dinlere mensup farklı dini topluluklar islama Hanefilik mezhebi üzerinden asimile olmuştur. Bu aynı zamanda Türkleşmeye de adım atıldığı anlamına gelmektedir. Bu arada Anadolu, batılılarca ‘’Türqiya’’ olarak tanımlanması ve Balkanlarda islama geçildiğinde “Türk oldu“ denilmesi de tamda bu mantığı bize anlatmaktadır.
★★★
20. yy. Türkler Anadolu’yu siyaseten islam olarak kurgulamıştır. Kuşkusuz bunun Sünni-Hanefi olanı makbul görülmüştür. Yaratılacak ulusta (Türk) bu minvalde olmalıydı. Bu noktada, “makbul olmayan (yarı) müslüman“ olarak görülen Aleviler sorun teşkil etmekte ve bu siyasi mühendislerce zamanla halledilmelidir. Aleviliğin inkar edilip yok sayılmasının en temel sebeplerinden biride işte bu zihniyettir.
Görüldüğü üzere, bu durumun Şiilik ile herhangi bir bağlantısı olmadığı gibi bu noktada sahada dahi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Durum bu kadar açık ve net iken öyleyse neden “Aleviler Şiileşiliyor“ diye bir kesim haykırmaktadır?
Evet, böyle canhıraş olarak haykıranlar genelde Aleviler içinde çok marjinal vede ateist olan (aslında Alevi kökenden olup herhangi bir dine inanmayan ama bir şekilde bu cemaattan uzakta durmayan) daha çok aklı şekillenmesi yetmişlerin darbeler yarışı cebellenmesinde oluşmuş, ‘’solculuk ve ilericilik’’ oynayan kişiler yapmaktadır. Bu kesimler; Alevilikteki Muhammed, Ali, Fatma imamlar v.s. gibi kutsalların varlığından ötürü Alevileri ‘’Şia olmakla’’ suçlamaktadır. Çünkü, Muhammed haricinde Sünnilerden ayrı olarak bu kutsallar 12. imamcı Şii-Caferiler ile ortak noktalardır. Kuşkusuz Şii-Caferiler ve Alevilerin bu kutsallardan algıladıkları çok farklıdır. Yine yaptıkları ‘’şia olma’’ ithamının arkasında bir Arap karşıtlığının olduğunu da hatırlamak gerekmektedir. Oysa ki, bu ‘’solcu ateist’’ kesim ‘’halkların kardeş olduğunu’’ sıklıkla ululamaktadır. Türk solculuğu birçok konuda olduğu gibi ‘’kardeşlik’’ hikayesinde de samimi değildir.
Alevilerin tarihsel hafızasında Arap-müslüman katliamları hep tazedir. Solculuğu Türklerden öğrenmiş ‘’ateist solcu Aleviler’’ teorik gıdasını da yine Türklerden almıştır. Bu teorik gıdanın içinde; birinci dünya savaşı için ‘’Araplar bizi arkadan vurdu’’ retoriği bilinçaltında önemli bir yer işgal ettiğini unutmamak gerekmektedir. Tamda bu noktada tarihsel hafıza ve solcu retorik karşımıza bahsettiğimiz kesimlerde; anti Şia söylemleri olarak çıkmaktadır.
★★★
Alevi toplumu günümüzde her geçen gün kan kaybetmektedir. Bunda; Türk devlet sisteminin inkarcı anti demokratik siyasetinin yanında modern-medeni dünyanın getirdiği bambaşka bir yaşam biçiminin etkisi vardır. Ayrıca inançsal hafızası önemli oranda yok edilmiş, ocak sisteminin ise erozyona uğramış olması da başat rol oynamaktadır.
Dünyanın her yerinde şu veya bu din, mezhep ve meşrep değişikliği olmaktadır. Bu ise gayet normal bir davranış şeklidir. Şu halde, Alevilerde doğal olarak din ve mezhep değiştirebileceğini kabul etmek gerekmektedir.
Realitede Aleviler için; ‘’Şia olunuyor’’ ithamlarının istisnalar dışında pek bir karşılığı yoktur. Türkiyede hakim olan Sunni-Hanefiliktir. Dolayısıyla, ‘’kendi tarlasının başkaları tarafından ekilmesine müsade etmez’’. Dolayısıyla ciddi Şii müdahalesine başta Türkler karşı koyar. Bu noktada: Hiçbir zaman akılda çıkarılmaması gereken; Türklük-Hanefilik asimilasyonu her daim kadimdir.
Bu arada Türkiyede bir miktar Şii-Caferinin yaşadığını da unutmamak gerekir. Şiilik mezhebi, genel olarak islam dünyası özelde ise Türkiyede meşru-resmi olarak kabul görmemektedir. Dolayısı ile Türkiye’de, bırakalım devlet desteğini, ‘’meşruiyeti’’ bile olmayan bir mezhebin herhangi bir dini cemaatı asimile etmesi çok ama çok zordur. Ha, bahsettiğimiz İran olsa idi; bir Şia asimilasyonundan bahsede bilirdik. Kaldı ki, ateistler için şu veya bu din-inancın, kutsalın hiçbir önemi olmadığı gibi kişinin şu veya bu dine geçmesinin de önemi yoktur. O halde, neden ‘’Şiileşiliyor’’ diye haykırırlar! Solcuların, ‘’Şiileşiliyor’’ üzerinden Alevi toplumunu baskılamak için kendisine argüman ürettiği gayet açık bir şekilde gözükmektedir. Üstüne bu solcu tayfa, bırakalım Aleviliğin bir din olarak tanımlamasına bir mezhep olarak dahi görmemektedir. Peki, o zaman Aleviler nasıl hak ve hukuk kazanacaklardır. Yada ne tür bir inançsal hak, hukuk talep edeceklerdir! Ben söyleyeyim hiç bir şey! Tam da bu noktada inkarcı devlet ile aynı noktada buluştuklarını belirtmek gerekmektedir. Öyleyse bir soru daha; evrensel bir ilke olan din ve vicdan hürriyetinin neresindesiniz ve bu ilke Aleviler içinde geçerlimidir?
