Cemal Özel

Balkan ve Kafkas Muhacirlerin Türkçü ve Devletçiliği

featured

Popüler ve klişe deyim ile; Türkiye’de yetmiş iki milletten insanın yaşadığını söylersem, herhalde abartı olmayacaktır. Ama bu yazıda daha çok Balkan ve Kafkas muhacirleri üzerinde duracağım. Çünkü, bu iki bölgeden gelenler Türkiye’nin kaderini büyük oranda belirlemektedir. 

Türkiye’de Balkan muhaciri Arnavut, eski Yugoslav (Boşnak, Sırp, Hırvat v.s.) Bulgar, Makedon, Romen, Pomak ile Gürcü, Adige, Abhaz, İnguş, Çeçen, Dağıstanlı, Oset v.s. gibi yoğun Kafkas muhaciri topluluklar yaşamakta olup, yine bunların da ezici çoğunluğu Türkçü ve devletçidir…

Bu yüzden, Türk ve devletçi olmayanlara karşı da genellikle hasmane bir tutum içindedirler. Ayrıca, yine onlar gibi Türkçü-devletçi olan  topluluklara da (özellikle iç Anadolu), ‘’yeterli derecede medeni olmadıkları hasebi’’ ile yukarıdan bakıp aşağılarlar. Türkiye’de Balkan muhacirleri yoğunlukla batı ve güney kıyı şehirlerine yerleştirilmiş iken, Kafkas muhacirleri daha çok doğu Karadeniz ve iç bölgeler yerleştirilmiştir. Bu iskan şekli ise seçimlere kendi rengini vererek etkilemektedir. Mesela, kıyı bölgelerinin kırmızıya boyanmasına esas etkiyi verenler daha çok Balkan göçmeni kesimlerdir. Kuşkusuz bu siyasi tercihlerin tarihi, siyasi, ekonomik ve kültürel arka planını bulunmaktadır.

                                  ***     

Osmanlı Anadolu`da ufak bir beylik (prenslik) iken batıya akabinde Trakya`ya yayılmaya başlayarak genişlemiş ve büyüme kaydetmiştir. Ana ideoloji islam olmakla beraber, savaşlarda elde edilen ganimet ve toprak, pek çok hıristiyanın da Osmanlı safında savaşmasını sağlamıştır. Mesela meşhur Mihail ve Evranos v.s. aileler gib, ki, bir iki kuşak sonra müslüman ve Türk`leşmişlerdir.

Bunun yanında, esas olarak Osmanlının Trakya`yi ele geçirip, ardında  “devşirme” kurumu ile beraber yaşanan yoğun islami asimilasyondur. İşte bu asimile ile müslüman-sünni-hanefi olanlara; ‘’Türk oldu’ denilmiş, Osmanlının hinterlandını da asıl bunlar oluşturmuştur.

Osmanlı, Hristiyan halkların bir kısmının dinini idari, ekonomik ve toplumsal baskılar ile zorla değiştirmiştir. Kimi “gönüllü gibi” görünen din değiştirmeler; hakim dini toplum (müslüman-Osmanlı) ile bütünleşme arzusu olarak okunmalıdır. Çünkü bu durum ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak avantaj sağlamakta idi. Mesela cizye vergisi, haraç, ayrımcılıktan kurtulma, devlet yönetiminde yer alma ve dahası siyasi kariyer yapma, islami bir devlette ayrıcalıklı olma hakkı v.s. gibi….                                                                       

Böylece, Balkanlarda Yunan, Slav ve Arnavut halklarından devşirilenler asker ve sivil bürokrasi de kullanılmış, devlet mekanizmasının omurgasını da yine bu kesimler oluşturmuştur. Devlet bürokrasine hakimiyetleri ise, devlette süreklilik esası gereği, Osmanlının son dönemi ve akabinde Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.                            

Böylece Müslüman olmuş bu ‘’Türk olmayan kişi-toplumlar’’ Balkanlarda elit kesimi oluşturmuş, Osmanlıya da sadakat göstermiş, dahası Osmanlı devletini kendi devletleri olarak görmüştür. Kuşkusuz bu aidiyet hissi onları ayrıcalıklı ve güçlü yapan şey idi.                                               

                                ***                                                                 

Batı Avrupa’da kapitalizm milliyetçiliği ortaya çıkartmış ve ardından Balkan halkları da etkilemiştir. Sonucunda bu halklarda milliyetçilik gelişmiş ve akabinde işgalci, zorba ve zalim Osmanlıdan kurtulmuşlardır. Bu süreçte İslam’ı kabul etmemiş toplumlar, Müslümanlarmış ve Osmanlının yanında yer almış ahaliye pekte hoş gözle bakmamışlardır. Hıristiyanlıktan ayrılmayıp Müslüman olmadıkları için, Osmanlıdaki Müslüman olmayanların pek çoğu gibi, hukuki ve başka türlü ayrımcılığa uğrayanların torunları, İslami kabul edenlerin torunlarını ‘’kendi ulus ve ırklarına ihanet eden fırsatçılar olarak’’ görmüşlerdir.

Osmanlı çağın gerisinde kalırken, Balkanlarda ki hakimiyet ve ayrıcalığı da artık sorgulanmış, sonuçta o bölgeden çıkarılmıştır. Artık, Balkanlarda tutunamayan müslümanlaşmış bu kesimler yavaş yavaş 19. yy. sonlarına doğru başta İstanbul olmak üzere günümüzde Türk sınırında kalan Trakya ve Anadoluya gelmeye başlarlar. Bu Cumhuriyet döneminde de hızlı bir şekilde devam etmiş, üstüne nüfus mübadelesi ile daha fazla Balkan kökenli müslüman Türkiyeye gelmiştir (getirilmiştir).                             

                                                  ***                                                 

Kafkas göçmenleri ise daha çok 19 yy. başlarından ve 20. yy. ilk çeyreğine kadar yoğun olarak Osmanlı topraklarına akmıştır. Göçlerin en büyüğü ve de en acıklısı 19.yy. sonlarında Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı arasında yapılan anlaşma gereği gelen Çerkez göçüdür. Gelen bu topluluklar devlet desteğini yoğun bir şekilde almış ve Anadolu da bir şekilde ‘’temizlenmiş’’ Müslüman olmayanların arazilerine yerleştirilmiştir. Yine bu kesimler, devlet tarafında başta askeriye ve istihbarat olmak üzere sivil bürokraside de ikame edilmiştir.                                        

                                 ***                                                                

Türk milliyetçiliğinin ana kadroları ya Balkan, ya Kafkas kökenli yada rahleyi tedrisatını yine bu coğrafyalardan almış insanlardı. İşte bu kadrolar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde sadece asker ve sivil bürokrasi de değil aynı zamanda hayatın her alanında ayrıcalıklı olmuş ve elit tabaka yine bu kesimlerden oluşmuştur.

Dolayısıyla, ayrıcalıklı olma avantajı ile Balkan ve Kafkas muhacirleri ‘’yeni memleketlerinde’’ siyasi ve ekonomik olarak korunup kollanmıştır. Birde kendi aralarındaki dayanışma (lobicilik, hemşericilik olarak da okunabilir) ile birbirini kollamış, devlet aygıtının sağladığı bütün olanaklarını ise sonuna kadar kullanmakta da herhangi bir bahis görmemiştir. Buda moda deyim ile onlara ‘’devletin kaymağını yemelerine’’ olanak sağlamıştır. Bu ayrıcalıklı durumları hala günümüz itibariyle devam etmektedir.                                                                                                                 Tamda bu yüzden bahsettiğimiz topluluklar, gönüllü bir asimilasyon süreci yaşamış, dil ve etnik kimliklerini bırakmış Türklük ve Türkçe `ye sarılmıştır. Kendisini inkar eden, devletçi, Trükten daha çok Türkçü olan; devlet bürokrasisine, siyasi, ekonomik ve sosyal hayatı da güçlü bir şekilde kontrol eden bu muhacirler, demokratik gelişmenin önünde de büyük bir engel teşkil etmektedir. Türkiye’nin devlet ve toplum olarak bir türlü düzelmemesinin sebebi de yine bu muhacir kesimlerdir. Dolayısıyla ‘’bir nevi Frankenstein’’ rolündedirler. Aksi, ayrıcalıklı durumlarını sona erdirecektir.

Ayrıca, yine Türkiye’de doğu Karadeniz kökenlilerin ‘’ayrıcalıklı bir konumda’’ olduğunu da kısa bir not olarak burada belirtmek isterim. Kuşkusuz bunun da dinamikleri farklı olup başka bir yazının konusudur.

Balkan ve Kafkas Muhacirlerin Türkçü ve Devletçiliği

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Munzur Press ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!