Cemal Özel

Devlet Dini Alandan Elini Çekmeli

featured

Orta çağ ve öncesinde dinsel kurum ve onu yöneten ulema sınıfı (birçok dinde ruhban sınıfı) ruhsal alanı yönetme güçlerini elinde bulundurmakla beraber, devlet işlerini de idare etmişlerdi. Aynı zamanda düzeni ve adaleti sağlama gücünü yani maddi alanı da kendisinin çıkarına uygun olarak kullanırlardı. Krallar ise, Tanrının yeryüzündeki temsilcisi ‘’Tanrı-Kral’’ idiler. Yani Kral ve ulema arasında karşılıklı çıkara dayalı bir manzara ve buna da uygun düşen bir ortam vardı.

Bundan dolayı, din ve mezhepler birer ideoloji olarak kullanılmış ve de siyasetin hizmetine sokulmuştur.

Bu durumda, dini kendilerinden farklı algılayan veya başka din-inanç mensuplarına karşı, gücü elinde bulunduranlar çokça haşin davranmıştır.

Buradan sudur olan dinsel bağnazlık, farklı cemaatlar üzerinde bir kılıç misali sallanmıştır.

Bu sebeplerden dolayı, toplumlar arasında din-mezhep savaşları, sanki sonu gelmeyecekmiş gibi sürmüştür.

Dinin reformu

İnsanın kaderi imiş gibi sürüp giden dinsel sorun ve savaşlar; batıda meydana gelen gelişmeler ile ortaya çıkan müthiş dinamizm ve sonucun da, dinde yapılan reformlar ile son verilmiştir. Akabinde din, kamusal alandan çıkarılmış, “din ve vicdan özgürlüğü” tesis edilmiştir.

Batıda ki bu gelişmeler kuşkusuz coğrafyamızı da etkilmiş ama toplumda yeterli karşılığı bulamamıştır. Bu yüzden şarkta, din kamusal alandan çık(a)mamış ve de kişisel alana hapis edilememiştir. Bölgemizdeki devletler veya dinsel yapılar dini, ekonomik, siyasal ve sosyal alanda” hala kullanmaktadır. Bu mevcut durum ise, farklı din, mezhep ve meşreplere sahip toplumlar arasında bulunan derin fay hatlarının kapanması, toplumsal barış ve huzurun tesis edilmesi önünde de engel teşkil etmektedir.

Osmanlı devleti döneminde, devlet müslüman (sünni-hanefi) tebaayı kontrol etme ve islamı yaymak için Şeyhülislamlık kurumunu oluşturmuştur. Bu kurumun yerine 1920 yılında Ankara da, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kurulmuştur. Daha sonra bu oluşumda 1924 yılında  kaldırılmıştır. Ardından, din ile ilgili iş ve hizmetlerin görülmesi için Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiştir. Doğal olarak bu kurum sünni-hanefi kodlu olmuştur. Ayrıca, asker ve sivil bürokrasi tarafından yaratılmaya çalışılan ulusun (Türk) da önemli bir yapı taşı olacaktır. Böylelikle, dinin özerk bir biçimde örgütlenmesinden çok devlet yapısı içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu ile din hizmetlerinin devlet tarafından karşılanmasına çalışılmıştır. Böylece, ”din zapturapt altına alınmıştır”.

Oysa ki, her şahıs, düşünce, vicdan ve din hürriyetine sahiptir!.

Laiklik

Laiklik, köken olarak Yunanca “laikos” sözcüğünden gelir. Antik Yunanda; din adamı sınıfından olmayan halktan kişilere “laikos” denmekteydi. Laikliğin sözlük anlamı, “din adamı sınıfından olmayan kişi demek olup, düşünce, sistem ve prensiptir.”

Laiklik ya da sekülerizm en genel anlatımla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve devletin, bireylerin dini inançları karşısında tarafsız kalması olarak tanımlanır.                                                         

Farklı din ve mezheplerin olduğu kadar, farklı düşünce ve kimliklerin de bir arada, barışçı ve özgür bir ortam içinde var olabilmelerinin mekanizmasını kurma çabasıdır.    

Böylece amaçlanan; temel insan haklarını baskılardan korumak, kamu hizmetlerinden yararlanma eşitliği sağlamaktır. Böylelikle kimse dini inancını başkasına dayatamaz, kimse dini inançlarından dolayı baskı altına alınamaz. Kısaca; modern dönemde dini kurumun, kamudan uzak tutulması anlamına gelmektedir.

Oysa ki konu bu kadar açık iken: Türkiye’de, özelde islam genelde diğer dinler devletin kontrolündedir. Buna, Lozan’da azınlık hakları bulunan Rum, Ermeni Kiliseleri ve Yahudilik dahildir. Devlet bu kesimlerin dini lider seçme işlerine karışmasından tutalım da neyi yapıp yapmamasına kadar müdahale etmektedir.  Bunun yanında, devletçe Rae haq/Alevilik, Yezidilik, Nusayrilik, Şii-Caferi mezhebi ile beraber Süryani ve Keldani Hristiyanlar da inkar edilip yok sayılmaktadır. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz laiklik prensibi, devletin ”laik kimliği, yada iddiasına” tam olarak uymamaktadır. Aksine, din ve vicdan özgürlüğü ilkesini silikleştirdiği gibi bulanıklığa da sebebiyet vermektedir. Ayrıca bu olumsuz durum, hak ve özgürlükler alanını daraltıp, insan vicdanı ve ahlakını yaralayıp, toplumda da derin sorunlar yaratmaktadır.

Devlet bütün din ve mezhepleri eşit olarak kabul etmelidir.

Devlet, ne bir dini kayırmalı ne de herhangi bir din ve mezhebi yasaklamalıdır.

Aksine devletin herhangi bir dini olmamalı, bütün din ve mezheplere karşı aynı uzaklıkta olmalı, dini kurumlar üzerindeki baskıcı, yönlendirici elini çekmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılmamalı, aksine bir devlet kurumu olmaktan çıkarılmalı ve sivilleştirilip asıl sahipleri olan sünni cemaata verilmelidir. Üstüne devlet bu dini kurumlara genel bütçeden herhangi bir bütçe ayırıp verilmemelidir. Bunun yerine ise, sünni cemaat giderlerini karşılamak için gönüllülüğe dayalı olarak kendi müminlerinden ”cami vergisi” alabilmelidir.

Raye haq/Alevilik ise yasal olarak tanınmalı, üzerindeki baskı ve ayrımcılık kaldırılmalı, Alevi karşıtlığı ise anayasal destek alınarak mücadelede edilmelidir. Bunun yanında Cemhane/Cemevi, Raye haq/Alevi ibadet yeri yani bir mabet olarak kabul edilmelidir. Halkımızın bu inancıda giderlerini kendi cemaatın da yine gönüllülük temelinde  ”Cemhane vergisi” alarak karşılaya bilmelidir. 

Bunların yanı sıra inkar edilip yok sayılan Yezidilik, Şii-Caferilik, Süryani ve Keldani hristiyanlık tam olarak eşit muameleye tabi tutulmalı, haklarına saygı gösterilip riayet edilmelidir.

Bir iki kelam da ateist olup dinden (aslında sadece Rae haq/Alevilik) eline çekmeyen ”laiklik şampiyonu solculara” söylemek icap etmektedir. Buda bir sonraki yazımızın konusu olacaktır!

Devlet Dini Alandan Elini Çekmeli

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Munzur Press ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!