Delil Karakoçan, geçmişin yükünü gençlere aktarmak yerine, onlara yalnızca düşünmeyi öneriyor. Ne bir çağrı yapıyor ne de tavsiye veriyor. Çünkü ona göre gerçek değişim, kuşaklarda değil, insanın kendi içindeki yaratıcılık ve sorumluluk duygusunda başlar.
Karakoçan, “aranan değil, özlenen insan” olmanın önemini vurgularken, umudun siyasetten değil, yaratıcı aklın özgür alanından filizleneceğini söylüyor. Ona göre insan, karşılık beklemeden üretebildiği, düşünebildiği ve sevebildiği ölçüde özgürleşir.
M. Bidav: Son olarak; uzun yıllar boyunca büyük bedeller ödemiş bir yoldaş olarak, bugün genç kuşaklara ne söylersiniz? Bu yorgun dağınık parçalı Sol tabloya rağmen hâlâ umut var mı? Ve o umut nerede filizlenebilir?
D. Karakoçan: Değişim bir kuşak sorunu değil; sosyal isteklenme ve katılım sorunudur. Arayış içinde olan, gelişmeye açık olan her birey değişim öznesidir. Değişim, eşit, özgür bir toplum ve dünyayı arzulama sorunudur. Genç yaşlı, erkek ya da kadın fark etmez; her birey tarihe karşı sorumludur. Tarih ise, sadece yaşanmışlıklar değildir; tüm bir evren-zamandır. Evren-zamanın en büyük eylemi ise, insanı doğaya karşı saygılı ve sorumlu kılmasıdır. Bu sorumluluk olduğunda her mesele çözülür. Böyle düşünüyorum. Böylece birey ve toplum “yerellik“ten kurtularak daha evrensel değerler taşımaya başlar…
Arzum; yerellik ve yerelliğin oluşturduğu subjektif duygu ve yönelimlerden, inançlardan, ideolojilerden, ilişki ve yaşayış biçimlerinden kurtulmuş bireydir. Bu arzuyu taşıyorum. Kanımca “etnik köken” ya da “etnik kimlik” fetişizminin ve bunun yarattığı “ötekilik” saplantısının; özelleştirilmiş şiddet biçimlerinin aşılmasının yegâne yolu da budur.
İkinci arzum; ötekiliğin ve ona yöneltilmiş organize şiddet ve kötülüğün aşılmasıdır. Yargıların, özellikle de nefret söyleminin biçimlediği toplumlar ve toplumsal ilişkiler, tüm iktidarların direnç kaynağını oluşturur. Mesele iktidarları ortadan kaldırmak değil; beslendiği kaynakların ıslahını sağlamaktır.

M. Bidav: Gençliğe özel çağrı yapmıyorsunuz yani…
D. Karakoçan: Doğrudur. Çağrıyı politikacılar, daha spesifik beklentileri olanlar yapabilir. Arzum, kategorik değil; genel insana ve insanlığa dairdir. Ayrıca “çağrılar” sorumluluğu karşıya yükler. Sevgi, özlem, aşk, tutku, emek, yaratıcılık gibi evrensel değerlerin inşası, sadece halklar arasında değil, bireyler arasında da karşılıklı isteklenişi geliştirecektir.
Tam da burada yazar Josê Eduardo Agualusa‘yı anmak isterim: “Başkaları tarafından özlenen insanlar cennete giderler” der ve devam eder: “Cennet başkalarının kalbinde işgal ettiğiniz yerdir.”
Etkileyici buluyorum…
“Kim, nasıl biri olmalıyız” sorusunun yanıtıdır bu… Sosyalizm de bize aynı soruyu sorar.
M. Bidav: Duygulara girdiniz… Siyasette duygulara yer var mı?
D. Karakoçan: Duygulu bir yolculuktur bu… Siyasete değil, onun gerisindeki sosyal hayata odaklanmalı insan. Siyasetin ana konusu da bu değil midir zaten? Duygu yitirildi mi direnç ve olağanüstü yaratıcılık biter. Birey, bir başka bireyi asla fotoğraf karesine almaz. Hayatın her alanında sadece kendini görür. Egosantrik bir kendinden geçmişliktir bu. Son derece de yaygındır.
Josê Eduardo’yu hatırlatarak demek isterim ki: Mazlum’ları, Hayri’leri tanıma, onlarla kalma şansım oldu. İlkler yani “yeni dünya arayışçıları” bir şeyler ya da birileri için “aranan” değil, “özlenen” insanlardı… Genç yaşlı, erkek ya da kadın fark etmez. Ve onlar özleyenlerin yüreğinde yer edindiler. Bu insan farkını, kadro farkını, örgüt, kurum ya da her neyse onun farkını ortaya koyan bir olgudur.
Örgütlü bireye duyulan ihtiyaç bireysel beklentilere dayalı ise; aydınlanma, bilinçlenme, politik ahlaki beslenme kaynağı olarak görülmüyorsa o birey “özlenen” değil, “aranan”dır. Şunu önemserim: Aranan değil, özlenen, düşünsel ruhsal doygunluk yaratan birey olmaktır önemli olan. O zaman sonsuz bucaksız bir güven ve özgürlük sahasına dönüşür insan. Ufku genişleyerek yeniliklere açılır.
M. Bidav: Ya bedel ve yarattığı beklentiler?
D. Karakocan: “Özlenen” insan “bedel” ödemez! “Bedel“ bir şeyin karşılığı sayılan dolaysıyla “ödenmesi gereken” şeydir. O şeyin “eder“idir. Kapitalist dünyada her şeyin bir fiyatı, ederi, karşılığı, ödülü olabilir. Ancak sosyalistler hayata böyle bakmazlar. Ücretli sosyalist, beklenti içinde olan sosyalist, bedelin karşılığını isteyen sosyalist olamaz. Her sosyalistin; “özlenen” insanın verdiği, paylaştığı, pratikleştirdiği her şey özgürlüktür. Bu özgürlüğün tek bir karşılığı/bedeli olabilir o da yine özgürlüktür! Bu özgürlük kendi hayatı, gerçekliğidir. Maddi karşılığı, mevki, konum kariyer karşılığı yoktur; olamaz, olmamalıdır. Böyle öğrendim.
“Adanmışlar” karşılık beklemezler. Onlar ihtiyaç duyduğu her şeyi kendi içinde yaratırlar. Mutlaka bir şey söylemek gerekiyorsa şunu derim: Aranan değil, özlenen insan olmaktır önemli olan…
M. Bidav: Son olarak bir şey diyecek misiniz? Siyaset, siyasal kişilik bu kadar önemli mi gerçekten? Siyaset, özgürlüğün ya da özgür geleceğin mutlak karşılığı mıdır?
D. Karakoçan: Değil elbette. Hatta hiç değil. Siyaset bilimi elbette küçümsenemez. Yerel, bölgesel ya da küresel güç ilişkileri bununla yürüyor… Demokratik siyasetin öngördüğü bireysel-toplumsal hak ve özgürlükler elbette önemlidir. İnsanca yaşamın önkoşuludur. Ancak daha da önemli olan yaratıcılıktır. Yaratıcı aklın kolektif örgüler oluşturmasıdır. Yaratıcılık özgürlüğün somutlaşmış biçimidir. Yaratıcılık-üretkenlik olmadan hak ve özgürlükler istendiği kadar geniş olsun toplumlar ilerleyemez. Kültür Sanat, edebiyat, felsefe gelişmez. Aydınlanma yoksa birey de yoktur.
Demokrasi ve değişimin itici kuvveti siyaset bilimidir, kabul ediyorum.Ancak yaratıcı gücü kesinlikle felsefe, kültür- sanat, edebiyattır. Değişim arzulayan bireyin sanatsal kimlik kazanması, felsefe yapması, müziğe, edebiyata yönelmesi toplumsal aydınlanmayı geliştirir; yaşamı estetize eder. Tüm iktidar biçimlerinden ayrışmış toplumu biçimleyen ana değer olur. Yatay toplumun, açık toplumun başka da yolu yoktur. Sadece şarkı söyleyen, şiir okuyup roman yazan, tiyatro, sinema yapan değil, aynı zamanda tüm bunların felsefesini bilen/yapan bireydir yaratıcı olan… Hani “umut” diye sordunuz ya, umudun kaynağıdır bu… Başka da kaynak bilmem.
Aksi durumda demokrasinin, hak ve özgürlüklerin bir anlamı olmaz, her değer, her yaratı çöp olur. Durağanlık başlar; hayat durur…
M. Bidav: Söyleşi için teşekkürler.
D. Karakoçan: Ben teşekkür ederim…
