Gültan Kışanak: Kampanya için fotoğraf çektirmeme izin verilmedi

Gültan Kışanak: Kampanya için fotoğraf çektirmeme izin verilmedi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle sorularımızı yanıtlayan DEM Parti’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan adayı Kışanak’a göre, “Ankara seçimi milliyetçi erkekler arasında bir iktidar yarışına dönüşmüştü, buna da kadınların müdahale etmesi gerekiyordu.”

Bianet’in haberine göre; “Siyaset ve hapishane aslında hiç yan yana gelmemesi gereken iki şey ama maalesef bu ülkede muhaliflerin yolu bir şekilde hep hapishaneye düşüyor” diyor, “Geçmişte de birçok örneği olduğu gibi, hala bu demokrasi ayıbını yaşıyor bu ülke. Gezi davası tutsakları, Can Atalay, Kürt siyasetçiler, bizler hapishanelerde rehine olarak tutuluyoruz” diye devam ediyor.

Yetmiyor, “Bu dönem hapishaneden halka seslenme görevi bana düştü” diye vurguluyor. 

Konuşan, daha doğrusu cezaevinde olduğu için sorularımızı mektup aracılığıyla yanıtlayan kişi, DEM Parti Ankara Büyükşehir Belediye Eş Başkan adayı Gültan Kışanak. 

2016’dan bu yana hukuka aykırı deliller ile cezaevinde tutulan Kışanak, azami tutukluluk süresi dolmasına rağmen serbest bırakılmıyor. 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle sorularımızı yanıtlayan Kışanak’ın şu sözleri, tüm kadınların kulağına küpe olacak netlikte:

“Kadın çalışmalarımızın tamamını anlatmaya kalkışsam sayfalar sürer…”

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı iken kentte yaptığınız çalışmalar kayyım eliyle yok edildi. Özellikle kadın hakları açısından bu durumu ele alırsanız hangi noktalara dikkat çekmek istersiniz?

Diyarbakır’da kadın politikaları konusunda başarılı bir belediyecilik deneyimim var, Ankara’ya da siyasetin mor DEM’ini getirmek istedim.

Kayyumların Amed’de neleri yıktığını anlamak için bizim Amed’de neler yaptığımızı kısaca anlatmak istiyorum. Kürt kadın hareketinin etkisi bizden önce belediyelerimizde açığa çıkmıştı. 2014 seçimlerinden sonra bu çalışmaları, daha ileriye taşıdık. 

Seçimden hemen sonra ilk iş olarak büyük şehir belediyesinde, sosyal hizmetler ile kadın çalışmalarını iki ayrı daire başkanlığına ayırdık. Kadın Daire Başkanlığı kurarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmeye yönelik tüm çalışmalar bu daire başkanlığı üzerinden yürüttük. Belediyenin bütün daire başkanlıklarına da Kadın Daire Başkanlığı ile koordineli bir şekilde çalışma yürütmeleri gerektiğini söyledik. 

Çünkü hedefimiz, tüm kentsel hizmetlerin, kadınların ihtiyaç ve taleplerini karşılayacak şekilde üretilmesiydi. Böylece yol ve park projelerinden tutalım, imar planlarına; kırsal kalkınma programlarına tutalım, meslek edindirme kurslarına kadar tüm çalışmalarımızı kadın bakış açısıyla yürütüyorduk.

Belediyede, cinsiyet temelli veri oluşturma sistemine geçtik. Böylece, kadınların kentsel hizmetlerden ne kadar yararlandığını tespit ediyor, hizmet üretilirken kadınların ihtiyaç ve taleplerini karşılayacak şekilde planlama yapıyorduk.

Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe uygulamasına başladık, belediyenin yıllık bütçesini oluştururken, kentteki kadın kurumlan bütçe yapım süreçlerine aktif olarak dâhil oluyordu.

Belediyede cinsiyete dayalı iş bölümünün değiştirmek için çalışma başlattık, özellikle toplu taşıma, itfaiye ve mühendislik hizmetleri gibi erkek işi olarak tanımlanan alanlarda kadın istihdamını arttırdık. Belediye meclisinde, bir kadın komisyonu bir de eşitlik komisyonu kurduk. 

Kadın komisyonu hem belediyenin özgür kadın çalışmalarına katılıyor, kadın politikaları geliştirmeye katkı sunuyordu; hem de genel çalışmaların, kadın-erkek eşitliğine uygun olup olmadığım denetliyordu. Eşitlik komisyonu ise kentteki tüm dezavantajlı gruplarla bir araya geliyor, ortak politikalar üretiyor ve kentsel hizmetlerin bu perspektifle üretilip üretilmediğini denetliyordu.

Kadın çalışanlar, kadın belediye meclis üyeleri ve belediye yönetimi arasında doğrudan/etkili iletişim ve katılım mekanizması kurmak amacıyla kadın kurulları da oluşturmuştuk.

Kadın Çalışmaları Daire Başkanlığı’na bağlı Kadın ve Ekonomi Şube Müdürlüğü kurmuş, kadınların ekonomik hayata aktif katılımını sağlamaya yönelik çalışmalar yürütmeye başlamıştık. Kadın kooperatifçiliğini ve kadın girişimciliğini teşvik eden, destek sunan çalışmalar yapıyorduk.

Belediyenin istihdam hedefli meslek kursları ile kentteki iş çevreleri arasında bir köprü kurmuş, böylece kentte toplam kadın istihdamının artırılmasına katkı sunuyorduk.

Belediyenin “mor bayrak” uygulaması, kentteki esnafta kadın erkek eşitliği ve kadın istihdamı konusunda ciddi bir bilinç yaratmaya başlamıştı. Belediye, işyerlerinde, kadın istihdamı ve kadın çalışanların hakları konusunda, denetim yapıyor, belirlenen kriterlere uyan esnafa, mor bayrak veriyordu.

Eşbaşkanlık toplumsal kabul görmüş, kentteki STK’lar, meslek örgütleri, hatta site yönetimleri bile eş başkanlık sistemine geçmeye başlamıştı. Hatta sermaye örgütlerinin bir kısmın da kadınlara alan açılmaya başlamış, isimlerini “iş insanları” olarak değiştirmişti.

Kadın Çalışmaları Daire Başkanlığı bünyesine, kadına yönelik şiddeti önlemek için alo şiddet hattı, kadın sığınağı, ilk adım istasyonu, kadın danışma merkezi ve kadın sorunlarını araştırma ve eğitim birimlerinden oluşan güçlü bir kurumsal yapı kurmuştuk. İlçelerde kadın kurumları açmış, köylerde de kadın çalışmaları başlatmıştık. 

Kentteki bağımsız kadın kurumlarıyla ortak çalışmalar yaparak, kadına yönelik şiddeti neredeyse durma noktasına getirmiştik.

“Zamanın ruhu biz kadınlara, bir adım öne çıkmamız, özgürlük ve barış siyasetinde inisiyatif almamız gerektiğini söylüyor. Eh, görevden kaçacak değiliz… Şansımız bol, yolumuz açık olsun.”

“Milliyetçi erkekler karşısında adayım”

Öncelikle adaylığınızın sizin için anlamını merak ediyorum…

Kısaca “sorumluluk almak” diyebilirim. Görülmek istenmeyeni görünür kılmak, konuşulmayanı gündeme taşımak, demokratik mücadelenin önemine vurgu yapmak ve sorunlarımızı çözebilmek için her birimizin inisiyatif alması gerektiğini hatırlatmak. Adaylığıma böyle bir anlam yüklüyorum.

Amed yerine Ankara’dan aday olmayı neden tercih ettiniz?

Ankara adaylığımın birçok nedeni var. Cumhuriyet’in başkenti olması, sorunların da çözümün de merkezinde yer alması, en önemli neden. 

Cumhuriyet’in geçen yüz yılında, kadınların özgürlük sorunu ve Kürt sorunu çözülemedi. Toplum inisiyatif almadan çözülmeleri de mümkün değil. 

Kadınların özgürlük iradesini ortak mücadele zeminlerinde buluşturmak ve kadın öncülüğünde güçlü bir barış mücadelesi örgütlemek için Diyarbakır ile Ankara arasında bir köprü kurmak gerekiyordu. Ankara adaylığımla bu mesajı güçlü bir şekilde vermek istedim. 

Bir de iktidar tarafından sürekli pompalanan “bölünme” korkusuna pozitif bir cevap olabilir diye düşündüm.

Ayrıca Ankara seçimi milliyetçi erkekler arasında bir iktidar yarışına dönüşmüştü, buna da kadınların müdahale etmesi gerekiyordu. 

“Kayyımlar kadınlara yönelik bir darbe”

Kadına yönelik şiddet konusunda önemli bir farkındalık oluşmuş, toplumsal değer yargıları değişmeye başlamıştı. Kadın bilinci ve dayanışması öylesine gelişmişti ki, aile içi şiddet konusunda, kadınlar inisiyatif alıyor, şiddet gören kadına destek oluyor ve kadın kurumlarını haberdar ediyordu.

Kadın çalışmalarımızın tamamını anlatmaya kalkışsam sayfalar sürer… Kısacası belediye, toplumsal dönüşümün önemli bir dinamiği haline gelmişti. Kente, kadın kamusal alanları yaygınlaşmış, kadınlar kent yönetiminin öznesi haline gelmişti.

Kayyımlar, tüm bu sistemi yok ettikleri gibi, cinsiyet ayrımcılığım derinleştiren, kadınları yeniden evle sınırlayan politikalar izlediler ve toplumsal dönüşümü tersine çevirmeye çalıştılar. Kayyum darbesi, bu yönüyle özel olarak kadınlara yönelik bir darbedir.

“Ankara’yı değiştirmeden Diyarbakır’ı değiştiremeyiz”

Benim Ankara adaylığıma bu pencereden de bakılmalı. Biz kadınlar, Ankara’yı değiştirmeden kazanımlarımızı koruyamıyoruz.

Kadın özgürlük iddiamızı, Ankara’ya taşımak için aday oldum. Evet, bu bir yerel seçim, merkezi iktidar değişmeyecek ama biz kadınlar Ankara’da güçlü bir kadın iradesi açığa çıkartabilirsek, iktidarın kadın kazanımlarına yönelik olası saldırılarına karşı daha güçlü mücadele olanaklarına sahip olabiliriz. O nedenle, Diyarbakır’dan Ankara’ya, Ankara’dan dört bir yana, kadın dayanışmasını ve kadın özgürlük iddiasını örgütlemeliyiz.

Ayrıca kadınlar olarak, yerel ve yerinden dönüşümün önemini biliyoruz. Kadınlar yerel yönetimlerden dışlanıyor, kadın adayların sayısı çok az, olanlar da ya erkekleşmeye zorlanıyor ya da oy toplamakla sınırlanıyor, kadın gündemlerinden kopartılıyor. 

Bu nedenle tüm kadınları, bulundukları kentlerde, kadının rengini, kadının sözünü, kadının iradesini görünür kılmaya davet ediyorum. 

Seçim sadece bir makam kazanma yarışı değildir, politikalarımızı halkla buluşturmak ve toplumsal örgütlenmeyi genişletmek için önemli bir fırsattır. 

Biz kadınlar bu seçimi, kadın politikalarını sahaya taşımak, kadın dayanışmasını ve kadın örgütünü büyütmek için değerlendirmeliyiz. Tabi ki ayrıca seçim yarışını kazanırsak fena olmaz…

“Bu dönem halka seslenme görevi bana düştü”

Peki adaylık size ne hissettiriyor? Eşit koşullarda bir yarış olmadığını da hatırlatarak, bu soruyu sormak istiyorum: Peki adaylık size ne hissettiriyor?

Duygusal olarak ben de heyecanlıyım. Yedi yılı aşkın bir zamandan beri sürekli duruşmalarda siyaset yapıyorum, hukuksuzlukları anlatıyorum ama ilk kez 1 Mart günü yapılan duruşmada heyecanlandım. Söyleyeceklerimin bir kısmını söyleyemedim.

Mitinglerde, halk toplantılarında, televizyon ekranlarında konuşmaya benzemiyor. Duruşma salonundan, SEGBİS’ten halka seslenmek oldukça zordu. Hem duygu ve bilinç olarak kendimi halktan kopuk hissetmiyorum; hem de içimde bir boşluk, bir eksiklik var…

Seçim adaletsizliği, öyle böyle değil. Kampanyada kullanılmak üzere bir fotoğraf çektirip dışarıya göndermeme bile izin vermedi Adalet Bakanlığı. Cezaevi idaresine dilekçeyle başvurdum, bana yazılı bir cevap vermediler, sadece sözlü olarak “Bakanlık izin vermiyor” diyorlar. Hukuki yollara başvurmak için, dilekçeme yazılı olarak cevap vermelerini bekliyorum.

Siyaset ve hapishane aslında hiç yan yana gelmemesi gereken iki şey ama maalesef bu ülkede muhaliflerin yolu bir şekilde hep hapishaneye düşüyor.

Geçmişte de birçok örneği olduğu gibi, hala bu demokrasi ayıbım yaşıyor bu ülke. Gezi davası tutsakları, Can Atalay, Kürt siyasetçiler, bizler hapishanelerde rehine olarak tutuluyoruz.

Bu dönem hapishaneden halka seslenme görevi bana düştü. Ben de koşullarımı zorlayarak, halka sesimi duyurmaya çalışıyorum. Ben hücreden verdiğim mesajlarla; özgürlüğe ve barışa inanan insanlar da sokaklarda, meydanlarda, seçim mitinglerinde hakikati anlatmaya gayret edeceğiz. 

Köprüler kurmak diyorum ya bu da bir köprü, siyasi rehineler ile başta kadınlar olmak üzere halklarımızın örgütlü mücadelesi arasında kurulan özgürlük köprüsü. Sanırım kampanyamızın özgün bir yanı da bu olacak.

Başkaları propaganda yapacak; biz kampanyamıza varlığımızı, ruhumuzu, inancımızı katacağız. Rakiplerimiz, iktidar için yarışacak. 

Biz, toplumsal mücadele imkânlarını çoğaltıp, demokrasiyi, barışı ve özgürlükleri kazanmak için çalışacağız. Bu çok büyük bir farktır. Bu farkın, sadece seçim sürecine değil; seçim sonrasına da etki edeceğine inanıyorum.

Ayrıca sadece hapishanede olan için değil, dışarıda da seçim adaletinden, eşit koşullarda bir yarıştan bahsetmek mümkün değil. Bir yanda devletin tüm olanakları, hatta otoritesi/korkutucu gücü ve iktidarın propaganda aracına dönüşmüş medya düzeni; diğer yanda sadece inanç ve kararlıkla mücadele eden demokratik muhalefet… 

DEM Parti için o kadar büyük eşitsizlik ve dezavantaj var ki; bu koşullarda, sadece ve sadece halkın ve politik öncülerin yoğun emeği, mücadelesi ve karlılığı ile seçim kazanılabilir. Biz de bunu yapacağız.

Sizin adınıza kadınların seçim kampanyası yürütmesi ne hissettirdi?

Kadınlann bulduğu “Ankara’nın Mor DEM’i” sloganını çok beğendim. Bence yapmak istediğimiz her şeyi çok güzel özetliyor. Hem Ankara’ya kadın siyasetinin müdahale etmesi gerektiğini, hem de DEM Parti’nin üçüncü yol stratejisini anlatıyor. 

Ankara’nın kadın siyasetiyle ve DEM siyasetiyle buluşması; iki başat sorun haline gelen kadın özgürlük sorununun ve Kürt sorununun çözümüne, Cumhuriyet’in demokrasi ile buluşmasına önemli katkılar yapacaktır.

O zaman biz soralım, kamuoyuna ne söylemek istersiniz?

Öncelikle, siyasetin ikiliğe indirgenmesinin, çoğul siyaset anlayışının terk edilmesinin; sorunlarımızın çözümüne katkısı olmadığını, ezilen ve yok sayılanları iyiden iyiye görünmez kıldığım anlatmak isterim. Anlıyorum, mevcut iktidarın otoriter, merkeziyetçi/tekçi, baskıcı karakteri, neredeyse tüm özgürlük alanlarını yok etti. Bu iktidarın talimatıyla, siyasi rehine olarak hapishanelerde tutuluyoruz. 

Mevcut iktidar blokunun, doğrudan hedefi durumundayız, durumun ne kadar vahim olduğunu yaşadıklarımızdan biliyoruz.

Siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda gidişat çok kötü. Hepimizin, geleceğe dair ciddi kaygılan var. Ancak unutmamak gerekir ki bu iktidar bloku, toplumsal kamplaşmaya yaslanarak ayakta kalıyor.

İkincisi ve en önemlisi de yine iktidarın yarattığı bu ittifak modeli, muhalefetin tüm renklerini yok etmeye başladı.

“Bir an önce muhalefet bu siyasetsizlik halinden kurtulmalı”

Siyaset, vasat, ilkesiz, popüler bir anlayışıyla seçim kazanmaya indirgendi. İktidar, muhalefeti seçimden seçime sürüklüyor, artık gerçek sorunlar konuşulamıyor bile. Neredeyse her yıl bir seçim yapılıyor. 

Ve her seçim, iki blok arasında bilek güreşine dönüşüyor; muhalefet ittifaka kilitlenerek çözüm politikaları geliştiremez oldu, halk siyasetin öznesi olmaktan çıktı, seçimden seçime kurtarıcı beklemeye başladı. “Aman onu söyleme ittifaka zarar verir, aman bunu yapma ittifaka zarar verir, aman şununla yan yana gelme iktidar kullanır” diye diye muhalefet partileri aşın kaygıdan siyaset yapamaz hale geldi. Bu siyasetsizlik, muhalefeti yok ediyor.

Bir an önce muhalefet bu siyasetsizlik halinden kurtulup, toplumsal ve siyasal sorunlarımızı konuşmaya, halkla birlikte çözüm önerileri geliştirmeye odaklanması.

İki ana kutba sıkıştırılan siyaseti, demokratik çoğulculuk ilkesi temelinde yeniden kurmalı. İktidarın yarattığı ekonomik kriz halkı canından bezdirdi, toplumsal sorunlar diz boyu, hukuksuzluk desen gani gani; muhalefet demokratik ilkelere bağlı çoğul bir siyaset izlemeyi başarabilirse, seçim kazanmak işten bile değil.

“Diyarbakır’da hayata geçirdiğimiz kadın politikaları kolektif emeğin ürünü”

Peki özel olarak seçim bölgeniz Ankara’daki kadınlara ne söylemek istersiniz?

Ankara’daki kadınlara “Diyarbakır’da başardık, Ankara’da da başarabiliriz” diyorum. Kadın özgürlük mücadelesinde ve özel olarak da yerel yönetimlerde kadın politikaları konusunda; uzun yıllar kadınlarla birlikte çalıştım, birbirimizden çok şey öğrendik. 

Diyarbakır’da hayata geçirdiğimiz kadın politikaları, bu kolektif emeğin ve mücadele deneyimlerinin bir sonucuydu. Yine yapabiliriz… Birlikte mücadele edip birlikte kazanabiliriz.

“Görevden kaçacak değiliz”

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Geçmiş yıllarda biz kadınların “vakti geldi” diye bir kampanyası vardı. Evet, artık, DEM geldi. Zamanın ruhu biz kadınlara, bir adım öne çıkmamız, özgürlük ve barış siyasetinde inisiyatif almamız gerektiğini söylüyor. Eh, görevden kaçacak değiliz… Şansımız bol, yolumuz açık olsun.

Gültan Kışanak: Kampanya için fotoğraf çektirmeme izin verilmedi

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Munzur Press ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!