“Zülfü yâre dokunmak” deyimini bilirsiniz. Levent Kırca’nın parodilerinde vardır. Sanırım İlhan Şeşen’in şiirinden esinlenmiştir.
“Zülfü yâre dokunmak”, bir söz ya da davranışla bir diğerini, güçlü ve hatırı sayılır kimseleri, önemli konumlarda bulunan insanları gücendirmek, alınmalarına yol açmak anlamına gelir. Çok hassas bir konuya değinmek, en duyarlı noktasına temas etmek de deyime uygun düşer. Eleştiriyi olgun makul seviyede tutmak; tatlı naif uyarılarda bulunmak da kavramın karşılığı sayılabilir.
Öyle yapalım.
Ütopik gelebilir…
Demokratik güçler kendilerini toplumsal barış, adalet ve eşitlik gereksinimini karşılamakla sınırlamaz. Aynı zamanda katı hiyerarşik-bürokratik düzeneği kırmayı da amaçlar. Mevkici tutum, davranış ve yaşayış biçimlerini tasfiye eder. Geri, iktidarcı öz ve biçimlerden kaçınır. Bunun için eşit, özgür ve yatay kulvarlar benimser ve oradan ilerler. Zigguratlara, tapınaklara giden, hakkaniyete zeval getiren “dikeyler” tercih etmez.
Ütopik gelebilir. Toplumsallığı es geçen neoliberallar, merkezci aydınlar, küresel kapana düşmüş solcular, demokratlar “çağın mottosu bu değil” diyebilir.
Hakikat suyunu içmemiş, sınıf intiharı yapmamış, bireyci bencil arzularını haramilere bırakıp da gelmemiş politikacılar (Sağ ya da Sol) kaçınılmaz olarak bu tuzağa düşer. Tevazu göstermez.
Siyasal tarihin diyalektiğidir: “Hizmetkarlık” mertebesine ulaşmayanları, kemâle ermeyenleri iktidar ve ayrıcalıklar hep çeker. Yatay ilerleme yerine imtiyazlı dikey yollar tercih eder.
Siyasal başarısızlık ve benzeşmelerin temelinde de genellikle bu dikey tercihler yatar.
Siyasal yüzleri görünür kılmanın yolu…
Bu tercih, siyasal yüzleri iki yolla görünür kılar: Popülizm ve protokol.
Popülistler ve protokolcüler başarı, emek, bilgi, çalışkanlık gibi emekçi davranışlar sergilemez. Her zaman bir basamak üstte durmayı/oturmayı yeğler. Halka yüksek kürsülerden, platformlardan, teması zor mesafelerden hitap etmekten hoşlanır. Halkın sıralarına da sofrasına da oturmaktan imtina eder. Yönetici sınıf ya da imtiyazlı popülist bireyler olarak kongrelerde, konferanslarda, gecelerde, şenliklerde hep ön sıralara oturur. Hatta çok zaman bununla da yetinmez küserek alınarak oturumları terk eder.
Öyle bir illet ki, sendikalarda, sivil toplum örgütlerinde, yerel derneklerde bile “protokol hastalığı” var. Demokratik sahayı, kurum ve partileri; kendilerini gösterme, kişisel hedeflere taşıma yoludur bu… Burada, seçkin ve imtiyazlı kişiler istedikleri saatte ve biçimde vekillerle, başkanlarla görüşür. Politik yükü omuzlayan sıradan insanlar ise randevu dahi alamaz, yüzlerini bile göremez. Görse bile saygı ve nezaketle karşılanmaz.
İdari bürokratik aygıtların, siyasal sınıflaşmanın karakteristiğidir bu… Siyaset sınıfı, popülist kişiler ve varlıklı kesimlerle ilişkilenmede gönüllü, halkla ilişkilenmede gönülsüz olur. Angarya sayar. “Halkın (halkların) hizmetkarları” olmayı reddeder.
Bir başka sınıf daha var!
Bu reddedişler siyasal sınıflaşma ve dejenerasyonu arttır. Çok geçmez, sosyal tarih, siyaset sınıfının yanında bir de “değer ailesi” sınıfını yaratır. Bu sınıftan bireyler, emek sahibi olsun-olmasın her şeyi her ilgiyi her olanağı kendine reva görür. “Sayılır”, “sevilir”, atanır. Geri kalanlar büyük acılar, travmalar yaşamış da olsa mütevazı duruşlarını kaybetmez. Ancak hep görmezden gelinir. Objektif olarak “alt değer ailesi” gibi ayrımcı sıfatlara nail olur.
Bu topraklarda bedel ödemeyen, şiddete maruz kalmayan neredeyse tek fert, tek aile yokken, saygı gören, anılan, anons edilen sadece vitrine çıkan protokollerde oturanlar olur… Böylece protokollere “oturanlar” ile “oturtanlar” arasındaki bağ etik niteliğini kaybeder…
Kültür ve etik geleneksel olana indirgendi…
Evrim tersten işlemeye başlar: Demokratik kültür ve ahlak, geleneksel ahlaka indirgenmiş olur.
Bu heveskâr temayül yeni bir sınıf olarak büyüdükçe halk küçülür. Adı sanı bilinmez, acı ve güçlüklerle dolu tarihi anılmaz/yazılmaz olur. Yukarılarda birileri çıkarları için çekişip durur. Aşağıda bundan bihaber insanlar, tüm moral manevi değerleri kendinde çiçekler ve güzel anlar için gözyaşı döker. Yatay bir sevgi seline kapılarak kolektif duygulanımlar yaşar. Anar, yâd eder. Sahiplenir. Zorlu geçen bir tarihin tüm sıkıntılarını yüreğine gömer. Kendinden acılarından bahsetmeden halaya durur.
Sistem partilerine öykünen ve tıpatıp benzer seremonilere tanıklık ettiren bu yapıların radikal değişimine ihtiyaç var!
Bu halkın inanılmaz öyküleri var. Ve öykü sahipleri “siyasetçinin peşinden koşan” olarak kalmayı hak etmiyor. Bürokratik idari aygıtlara dönüşen yönetim biçimlerinin dağıtılması ya da revize edilmesi gerekli. Parti içi bürokrasi ve protokolcü anlayışın tasfiyesi ile işe başlanabilir. Başlanmalı ki, halkın bağrına geri dönen ve sadece orada yaşayan, ayrıcalıklı imtiyazlı görüntülerden imtina eden yeni bir yapı oluşabilsin… Zihinsel ve bedensel emek yerine; haklın ilgi ve enerjisiyle ayakta duranlar aşılabilsin…
Bir yandan Zigguratları, kastları, bürokratik idari yapıları yıkarken ya da en azından teorik olarak mahkûm ederken, öte yandan benzerini inşa etmek politik sapmadır. Adı “Kürt”, “Türk”, “demokratik”, “devrimci”, “sosyalist” ne olursa olsun tastamam tasfiyeciliktir, iktidar taklididir, burjuvalaşmaktır.
Protokolleri kaldırın!
Bir birey olarak demokratik yapılara naçizane önerim şudur: Protokolleri kaldırın! Demokratik toplumla bağdaşmayan “üst sınıf”, “imtiyazlı sınıf” algısını yıkın. Halkla aranızdaki yüksek kürsülerden platformlardan kurtulun. “Acılarınızı paylaşıyoruz” gibi ifadeler kullanma yerine bizzat insanların yaralarını sarma gayret ve samimiyetini gösterin.
Her şeye rağmen bu halk, sizi seviyor. Değer biliyor ve izlemek istiyor. Varlığınız bu halkı heyecanlandırıyor. Büyük bir olay ve nimettir bu. Protokol sandalyelerinden inin, kulislerden çıkın. Siyaset sınıfıyla sınırlı bir sosyalite yaşamaktan, orada konuşup tartışmaktan vazgeçin.
Unutmayın ki bu halk sizi oralara taşımakla kalmadı, çok uzun ve zorlu yıllar sırtında taşıdı…
Takipçisi olduğunuzu söylediğiniz insanlar ne yaptı biliyor musunuz? Önce okudu araştırdı, bilinçlendi; bir fikir bir yol buldu. Köyde köylülerle kentte öğrenci gençlikle, işçilerle yaşadı. Öğrenci evlerini paylaştı. Bulaşık yıkadı yemek yaptı ev temizledi. Derslerine yardım etti. Eğitti, anlattı. Köyde köylülerle tarla sürdü ekin biçti, harman yaptı, yük taşıdı. İnşaatlarda çalıştı, amelelik yaptı, kanal kazdı. Mağdurun, muhtacın elinden tuttu. Duasını aldı, güvenini kazandı.
Niçin?
Bugün için!