Melissa Feza Katlar

Kadının Adı Var mı? Toplumsal Normların Gölgesinde Kadın Psikolojisi

featured

Bugün, dünya genelinde kadınların coşku ve dayanışma içinde bir araya geldiği anlamlı bir günü kutluyoruz: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bu özel gün, kadınların tarih sahnesindeki önemini vurgulayarak, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine odaklanıyor. Ancak, bu mücadele sadece toplumsal düzeyde değil, bireysel düzeyde de önem taşıyor. Toplumsal cinsiyet rollerine meydan okumak, gerçekçi olmayan beklentilere karşı durmak ve kendine saygıyı korumak, kadınların ruhsal sağlıklarını desteklemesinin temel adımlarıdır.

Kadının Adı Var Mı?

Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği için henüz yolun başındayız. Anayasa perspektifinden bakıldığında, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi, 2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasa’nın 10. maddesine eklenerek vurgulanmıştır. Ancak, bu sadece yasal bir güvence olarak kalmakta; gerçek yaşamda ataerkil, muhafazakâr ve heteronormatif normların etkisiyle mücadele edilmektedir. Kanunlar üzerindeki eşitlik ilkesi ne kadar güçlü olursa olsun, toplumun genel yapısı içinde kadınların hala nesneleştirildiği, gülmenin ve kahkaha atmanın dahi sorgulandığı bir gerçeklik var. Bu durum, sadece yasal düzenlemelerle çözülemeyecek kadar derin kökleri olan bir sorun.

Toplumsal cinsiyet rolleri, kadınların ve erkeklerin belirli davranış ve beklentilerle şekillendirildiği bir düzen oluşturur. Bu roller, kadınları çeşitli sorumluluklar altına sokarken, aynı zamanda gerçekçi olmayan beklentilere de maruz bırakabilir.

Tarihsel açıdan kadının mücadelesi, “ait olmakla var olmak” arasında gidip gelmiştir. Genellikle kolektifin bir parçası olarak görülen kadının toplumsal rolleri, uzun süre bu çerçevede şekillenmiştir. Kadının statüsü, aile içindeki konumu ve erkekle olan ilişkisi tartışmalı olmuştur. Aile, toplum ve erkeğe ait olma beklentisiyle mücadele ederken, aynı zamanda birey olma çabası içinde yer almıştır. Günümüzde kadın hakları mücadelesi, kadınların kendi haklarına saygı gösterilen bireyler olarak görülme isteği etrafında şekilleniyor. Kadınlar, sınırlayıcı normlara karşı çıkarak kendi hikayelerini yazma ve potansiyellerini gerçekleştirme yolunda adımlar atıyorlar.

Ünlü sosyolog Raewyn Connell’a göre, toplumsal cinsiyet rollerini benimseme süreci, rolün öğrenilmesi, toplumsallaşma ve içselleştirme gibi faktörlere dayanmaktadır. Türkiye’nin toplumsal yapısına odaklandığımızda, cinsiyet ayrımının özellikle aile içinde başladığını ve belirgin bir şekilde hissedildiğini söyleyebiliriz. Aile, bireyin cinsiyet rollerini benimsemesinde önemli bir rol oynar. Ancak, bu süreci etkileyen diğer unsurlar da vardır. Toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesinde etkili olan faktörler arasında eğitim sistemi, arkadaş grupları, medya ve sosyal normlar gibi unsurlar da bulunmaktadır. Bu faktörler, bireyin toplumsal cinsiyet normlarına uygun davranışları benimsemesine katkıda bulunur.

Türkiye’deki televizyon kanallarının haber bültenleri ve eğlence programlarını incelendiğimizde, genellikle geleneksel cinsiyet rollerini sürdürdüğü ve cinsiyetçi söylemleri teşvik ettiğini gözlemliyoruz. Televizyon, kadınları genellikle “baştan çıkarıcı,” “kırılgan,” ve “narin” olarak, erkekleri ise “agresif,” ve “güçlü” şeklinde temsil etmektedir. Bu durum, toplumsal cinsiyet stereotiplerini yeniden üretmekte ve güç ilişkilerinde eşitsizlikleri pekiştirmektedir.

Toplumsal Normların Gölgesinde Kadınların Psikolojisi: Eşitsizlikler, Beden Algısı ve Ruhsal Zorluklar

Toplumsal normlar ve iş yaşamındaki eşitsizlikler gibi faktörler, kadınların psikolojisini derinden etkileyebilir. Kadınlar, beden algısıyla ilgili belirlenmiş standartlar ve toplumsal beklentilerle mücadele ederken, yaşadıkları toplumsal baskılar nedeniyle ruhsal zorluklarla karşılaşabilirler. Kadınların depresyon, anksiyete bozuklukları, travma sonrası stres bozuklukları gibi ruhsal rahatsızlıklara daha yatkın olmaları kaçınılmazdır. Danışanlarımın içinde sıklıkla yeme bozukluğu olan, elbise giymeye çekinen kilolu kadınlar, bir erkekle aynı işi yapmasına rağmen aynı maaşı alamayan ve her an işten çıkarılma korkusu nedeniyle panik atan geçiren kadınlar, eşinin sadece aşçı ve çocuklara bakım veren bir hizmetçi gibi gördüğü kendini değersiz hisseden kadınlar var.

Ruhsal sağlık, bireyin kendini güvende hissetme, kendi değerini tanıma ve özerklik duygularıyla yakından ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü, kadınlarda ruhsal rahatsızlıkların biyolojik yatkınlıktan ziyade stres ve risk faktörlerine maruz kalma ile ilişkilendirildiğini belirtmektedir. Bu noktada, kendine saygı ve özdeğer duygularını koruma önem kazanır. Kendi ihtiyaçlarına duyarlı olmak, duygusal yorgunluğu azaltabilir ve stresle daha etkili bir şekilde başa çıkılmasına yardımcı olabilir.

Kadınların toplum içinde üstlendiği roller – anne, eş, kariyer kadını – yaşamlarını zenginleştirirken aynı zamanda üzerlerine düşen sorumlulukları artırır. Bu noktada, kadınların kendi ihtiyaçlarından feragat etmeden bu rolleri dengelemeleri ve ruhsal sağlıklarını korumaları oldukça önemli.

Kendinize Zaman Ayırın, Sınırlarınızı Belirleyin ve Destek Sistemleri Oluşturun

Seanslarda kadın danışanlarıma sıklıkla verdiğim tavsiyeleri sizlere de sunmak istiyorum:

Öncelikle, günlük yaşantı içinde kendinize ayrılmış bir zaman belirlemeniz çok önemli. Bu özel zaman, hobi, kitap okuma, meditasyon veya spor gibi kişisel ilgi alanlarınıza odaklanmak için kullanılabilir.

İhtiyaçlarınızı açıkça ifade etmek ve sınırlarınızı belirlemek, sağlıklı iletişim kurmanın ve kendi refahınızı güçlendirmenin önemli bir parçasıdır. Kendi ihtiyaçlarınızı belirlemek için zaman ayırın. Fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal ihtiyaçlarınızı anlamak önemlidir. Duygularınızı ve düşüncelerinizi açıkça ifade edin. Başkalarına ne hissettiğinizi ve neye ihtiyaç duyduğunuzu net bir şekilde anlatmak, karşılıklı anlayışı artırabilir. Size uygun olmayan şeylere hayır demeyi öğrenin. Diğer insanların beklentilerini sürekli karşılamak zorunda değilsiniz.

Toplumsal beklentiler, kadınları “mükemmel” olmaya yönlendirebilir. Ancak, gerçekçi olmayan bu beklentilere karşı gelmek ve kendi benliklerine dürüst bir bakış açısıyla yaklaşmak, kadınların ruhsal sağlıklarını desteklemenin temelidir. Bu süreçte, kadınlar kendi güçlü yanlarını keşfetmeli ve kendilerini olduğu gibi kabul etmelidir. Kendinize karşı daha anlayışlı olmalı, hata yapma hakkını kabul etmeli ve mükemmeliyetçi beklentilerden kaçınmalısınız.

Evde veya iş yerinde görevleri paylaşmalısınız. Yardım istemek, güçlü olmanın bir ifadesi değil, sağlıklı sınırların bir göstergesidir. Elbette ki siz istediğiniz her şeyi başarabilirsiniz. Fakat hafta sonları siz bulaşıkları yıkarken eşiniz de evi süpürebilir. Bunu talep edecek olan yine sizlersiniz. Bu tür şeyleri talep etmek, iki tarafın da sorumlulukları paylaşması için adil bir yoldur.

Ayrıca, destek sistemleri oluşturmak da duygusal sağlığı güçlendirebilir. Ailenizle ve yakın arkadaşlarınızla düzenli olarak iletişim kurun. Duygusal zorluklarınızı paylaşmak, duygusal bağlarınızı güçlendirebilir. Onlarla açık ve samimi bir iletişim sürdürmek, sizi anlaşılmış ve desteklenmiş hissettirebilir.

Son olarak, başarılarınızı kutlamak, küçük kazançlara odaklanmak ve kendinize pozitif geri bildirimde bulunmak, motivasyonunuzu artırır. Unutmayın ki her gününüzde küçük bir başarı var ve bunları fark etmek, yaşamınıza olumlu bir perspektif katmanıza yardımcı olabilir.

Aşkın Gölgesinde Tehlike: İlişkilerde Kırmızı Bayraklar

Kadınların eşleri tarafından maruz kaldığı şiddet ve öldürülme vakaları, toplum olarak önemli bir sorun teşkil etmektedir. Eşler arası iletişimde saygı, anlayış ve şiddetsiz iletişim, sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturmalıdır. Ancak, maalesef Türkiye’de her ay onlarca kadın, eşleri tarafından öldürülüyor ve bu trajik olaylar genellikle boşanma isteği ya da birey olma arzusu gibi temel hakların savunulmasıyla ilgili.

Bu durum, toplumsal bir farkındalık oluşturmayı ve kadınların kendilerini korumaları için cesaretlendirmeyi gerektirir. Seanslarım sırasında gördüğüm en üzücü durum, kadınların eşlerinin şiddetine daha ilişki başlangıcında maruz kalmış olmaları ve bu durumu sessizce kabullenmiş olmalarıdır. Bu nedenle, bu yazıyı okuyan kadınlara sesleniyorum:

Sevgiliyken sizi aşağılayan, size kaba davranan ve şiddet uygulayan bir partnerle evlenmek, gelecekte daha fazla acı ve tehlike yaratabilir. Bu tür bir ilişkide toparlanma umuduyla evlenmek, genellikle gerçekçi bir beklenti değildir. Bu tür davranışlar, ilişkinin temelinde ciddi sorunları işaret eder ve zamanla daha da kötüleşebilir. Kadınlar, ilişkilerinde saygıyı ve şiddetsiz iletişimi hak ediyorlar. Eğer bir ilişki, fiziksel ya da duygusal şiddet içeriyorsa, sessiz kalmak yerine yardım aramak ve kendinizi korumak için adımlar atmak önemlidir. Ayrıca, bu tür durumları paylaşabileceğiniz destek grupları, kurumlar ve profesyoneller bulunmaktadır. Unutmayın, siz değerlisiniz ve sağlıklı bir ilişki, sevgi ve saygı üzerine kurulmalıdır.

Ruhsal sağlık; kendini güvende hissetme, kendilik değeri ve özerklik duygularıyla yakından ilişkilidir. Bu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadınların kendi içsel güçlerini keşfetmeleri, birbirlerine destek olmaları ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde bir adım daha ileri gitmeleri için bir fırsat sunuyor. Unutmayalım ki, güçlü bir toplum, güçlü bireylerden oluşur.

Kadının Adı Var mı? Toplumsal Normların Gölgesinde Kadın Psikolojisi

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Munzur Press ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!