Masal okuma, hikaye yaz!
Öykü, kurgusaldır. Gerçekçi ögeler taşısa da yaratıcı kendinden şeyler katmıştır. Hikaye, kurgusal değildir. Hayatın, yaşanmışlığın kendisidir.
Ancak bir de özgün hikayeler vardır. Kurulu olanı verili olanı zorlayan, yeni hayatlar, aidiyetler yaratan hikayeler… Böylesi hikayeler akışa terstir. Kurulu olanla bağdaşmaz. Dahasını vadeder, arzular ve yaratır. Özgürlük güzellik arayanların hikayeleridir bunlar. Ve bu hikayeler varoluşun kanıtıdır. Öyküler gibi kurgusal değildir, sıradanlığı aşan yaşanmışlıklar yaratır onu. Kanlı, canlıdır. İnsana hem yoldaşlık hem de yarenlik eder. En beklenmedik, en umutsuz anda çıkıp gelir. Anlam katar hayata, tat verir. Soğuk ve soyut değil, somuttur. Kurgusal unsurlar taşımaz asla. Bu nedenle halka yakın ve yatkındır. Halk, alıcı gözlerle izler hikayeleri, hikaye yazanları. Ekin ekmek gibidir. Hayata bağlamak için orak biçmek, harman yapmak, çift sürmek gibi…
Hikayeler bir toplumun ya da bireyin kaderini doğrudan etkiler, değiştirir. Değiştirmekle de kalmaz “tayin” eder.
Hikayeleri adanmışlar yazar. Azat olmayı cevher bilenler. Arif olmayanın, Dervişçe yaşamayanın hikayeleri olmaz. Hikaye yazmak; karşılıksız, hesapsız kitapsız kendini vermektir. Kendini katmaktır. Sırra kadem basanları, çekip gidenleri geri getirmektir. Zordur ama bağrında yeni hayatlar, umutlar taşır hikayeler. Hikaye yazmak, sarhoşu sırtında evine taşımaktır. Akışa karşı yüzmektir. Kuyu kazmak değil, kuyuya inmektir. İncinirken bile başkasının acısında yaşamaktır. Yoksulu, ezilmişi, zayıfı korumak için kendinden vazgeçmektir.
Hikayelerdir etkileyen…
Velhasıl hikayeler çeker, etkiler insanı; ideolojiler, sözler söylemler değil. Yedi fersah yer altındakini görünür kılan; Kaf dağının ardındakini yakın eden de odur.
Sonra değişir hayatın. Tutunursun. Şarkı söyler raks edersin. Hikayelerin vardır çünkü. Senin hikayelerin. Senin emeğin, yaratın, acın sevincin, mutluluğun, kararın karamsarlığınla senindir. Yengin yenilgin, her şeyinle sana aittir o. İdeallerin, tutkuların, arzularındır. Kolektif düşler yaratmıştır onu. Ve umutlu yürüyüşler. Ayan beyan, apaçık. Yaşamak, nefes almak, acılar, açlıklar yaşamak hikaye yazmak değildir ama. Yaşamınla yeniyi yaratmak, yaratmak için zemin açmaktır.
Hikaye yazanlar yazdıkları hikayelerle büyür ve büyütürler öyle de çoğalırlar. Hikayeler çoğaltır insanı. İdeolojiler doktrinler, kavramlar “kahramanlıklar” değil. Onmaz yaraları iyileştiren, ayağa kaldıran, saf tutturan odur çünkü…
Hikaye yazanlar uzun yaşar bir de. Dirençli, dirayetli olur. Sabreder. Kapılmaz akışa, bırakmaz kendini boşluğa. Sevmez hiçliği. Habire yeniler kendini, onarır. Hikaye yazanlar, bin parçaya bölünse de tutunur yeniye, yeni yaşama. Yaşamın iksiridir hikayeler. Dirilişin, tutunmanın iksiri. Büyülü bir dünyadır, diri ve derindir. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine…” velhasıl.
İşte bundandır Hades’in çaresizliği. Ehriman’ın hükmünü yitirişi. “Sılaya dönüş” hikayeleri yazan Odysseus ve yol arkadaşlarının Poseidon’u bezdirişi… Yıllar süren zorlu yolculuğa rağmen evine/yurduna dönüşü… Hikayelerdir tanrıları, tiranları yıldıran.
İdeolojiler, devrimci söylemler, söylevler değildir dünyayı sarsan. Şarkılar söyleten halay çektiren, bablekan oynatan; billahi hikayelerdir. Hikayesi olmayanlar, gelecek güzel günleri tohumlayamayanlar güçsüz olur, erken ölür.
Hikayelerle başladı hayat
İnsan hikayeleriyle insan olur. Hayat da öyle başlar. Kim ne derse desin, ideolojilerle, saptamalarla olmaz insan. Hikayelerdir bugüne getiren, koruyan yaşatan. İdeolojiler, teoriler, inançlar, politikalar, sözler, söylemler, sloganlar değil. Onlarında elbet vardır bir hikmeti; kılavuzluğu, kıblesi. İnkara gelmez, küçümsenemez elbet. Ancak yaşanmışlıklardır asıl fotoğrafı oluşturan. Somutlayan, görünür kılan. İkna eden, kabul gören ve asla terk etmeyen. “Nasıl yaşamalı?” diye soran ve sorunun yanıtını bulan, öyle de yaşayan. Kutsal bir adım gibi insanı, toplumları hayata bağlayan.
Hikayeler ki büyülüdür. Yalan bilmez. Hırsızlık yapmaz, şımarmaz. Her dem vakurdur o. Her dem naif ve zarif. Çünkü adanmışların, kadir bilenlerin, feragat edenlerin yaşamı yaratır onu. Tutkusu, aşkı, yoldaşlığı, umudu sevinci, korkusu, kaygısıdır hikayeleri çoğaltan. Hikayeler ki, romantik serüvenlerin çocuğu ve çoğuludur.
Önce hikayeleri vurdular…
Her halkı, toplumu farklı öğeler etliler. Kimilerini olaylar, kimilerini kültürler, kimilerini başka şeyler. Kimilerini de hikayeler etkiler, yaratır. Uyarır, uyandırır. Çünkü her insan kendini biraz hikayelerde bulur.
Büyüdü hikayeler. Büyüdükçe insan, o da büyüdü. Dilden dile kulaktan kulağa gezindi durdu. Mitler, masallar doğdu. Sonra masalların mütevazı mağrur, utangaç insanları… Yenilmiş, sürülmüş, yitip gitmiş, kaybolmuş bir tarihin rahmine bırakılan imkansız ancak mucizevi tohum gibi her otağa, ocağa girdi oturdu.
Bundandır ki önce hikayeleri vurdular! İdeolojileri, teorileri, tespitleri değil. Hikayeleri engellediler. “Yapışıp sabanın sapına şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim” diyenlerin hayatlarını. Karanlığa ışık tutanların, ses verenlerin, sese gidenlerin ve gelenlerin…
Lakin hikayeler de ölür…
Ancak hikayeler de ölür. Masallar, mitler, söylenceler gibi kaybolup gider. Hikaye yazanlar ve onu taşıyanlar olmadı mı, biçare ölür.
Öyle bir süreci yaşıyor gibiyiz. Hikayelerin kaybolduğu, içten içe yok olduğu bir bilinmeze doğru gider gibi. Hikayeleri bir bir tüketişimizdendir bu. Yeni hikayeler yazamayışımızdan… Yeni hikayeler bulmak, yazmak gerek şimdi. “olmuş”, “yaşanmış”, “görülmüş” gibi dili geçmiş zamanlarla anılmayan kanlıcanlı, kıpır kıpır hikayeler. “Şimdi”si, “bugün”ü olan yaşayıp boy atan birikimler…
Çokça yaşanmıştır biliriz. Hikayeler öldü ya da öldürüldü mü dirilmez. Anılmaz bir daha. Bir daha dolaşmaz dilden dile. Kimse sırtlamaz sarhoşu, omuz vermez. Bedrettin gibi, “yapışıp sabanın sapına şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim” demez. Acısını zorluğunu yaşamaz ötekinin…
İşte bundan, önce hikayeleri vururlar…
Kaç hikayen var senin? Kaç yürek taşır? Kaç dil anlatır? Budur önemli olan. Hikaye yazmayanlar kaybolup gitti bir bir. Solcular, kendilerini Sol’dan sayanlar. Hep birilerinin adına konuşanlar, adını taşıyanlar, başka hikayeleri alıntılayanlar, hikaye çalanlar yitip gitti. Hikayesizlikti onları vuran. Dermansız, takatsiz bırakan başka şey değil.
“Taşıma suyuyla değirmen taşı dönmez.” Bilmediler. Değirmene su, insana hikaye gerek. Başka başka hikayelere, tarihlere, yaratılara sığınarak yaşayamaz insan. Hikayeler tükendikçe kendi de tükenir inan. Pek gerilerde değil, işte 68’lerin, 78’lerin ülkesi… Sonrası yok! Sonrası yaralı bir suskunluktur. İşte bundandır Sol’un, Solculuğun, Sol’a kayanların, yaratıcı melekleri olmayanların aynı hikayeleri tekrar edip duruşu! Hikâyesizdik külliyen bitirir insanı, naçar bırakır. Muhtaç eder.
Takılmayın ideolojilerin, dogmaların yanıltıcı büyüsüne, hikaye olun hikayeler yazın. “Masal okumayın” hikayeler yazın; kıpır kıpır canlı kanlı hikayeler…