Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Siyaset
  4. Gerçek insan tarihini başlatmanın yolu: Şiddetsizlik

Gerçek insan tarihini başlatmanın yolu: Şiddetsizlik

featured

1.Bölüm

—–

Sınıflı toplumlar tarihi, şiddet tarihidir. Bu bağlamda şiddet; uygarlık gelişiminde belli roller oynamış olsa da “insan ve insan evrimi” açısından rolü kuşkuludur. Şiddetin belli tarihsel koşullarda toplumsal-siyasal altüst oluşlara yol açtığı yadsınamaz. Pratik de bir bakıma böyle gelişmiştir. Ancak insan ve insanın sosyal, ruhsal evrimi açısından aynı rolden bahsedilemez.

—–

Silahsızlanma teorik ve pratik olarak şiddet seçeneğini devre dışı bırakır. Tinsel olarak da yadsır. Peki yerine neyi koyar? “Tarihte zorun rolü” bittiyse, toplumsal değişim ve ilerlemeler için “gereksenen” nedir? Bir genelleme olan “sivil siyaset ve toplum” yanıtı yeterli midir?

Karşıtını yoksama, yenilgiye uğratma, etkisizleştirerek tasfiye etme amacına kilitlenmiş şiddetin görünmez kıldığı tüm “öteki”ler, nasıl görünür kılınabilir? Ya da “öteki”ni görünür kılmayan politik tutum ve mücadele biçimleri amacına ulaşmış sayılabilir mi?

Daha yalın ve yakın ifadeyle, silahlardan arınmada kararlı görünen Kürtler, yerine neyi koyacaktır? Daha da önemlisi tüm bunlar kurumsal yapıların yanı sıra, politik, ruhsal ve ahlaki alanda hangi değişimleri zorunlu kılar? Değişim ve demokratikleşme arayışı tüm bu soruların yanıtı olabilir mi?

Kanımca yeni dönemde üzerinde en çok durulması, tartışılarak fikir üretilmesi gereken konuların başında bunlar gelir…

Şiddet, tarihi değiştirebilir ancak tarihin öznesi olan insan üzerinde aynı etkiyi yaratamaz.

İnsanlaşma açısından şiddetin rolü kuşkuludur…

Sınıflı toplumlar tarihi, şiddet tarihidir. Bu bağlamda şiddet, uygarlık gelişiminde belli roller oynamış olsa da “insan ve insan evrimi” açısından rolü kuşkuludur. Şiddetin belli tarihsel koşullarda toplumsal-siyasal altüst oluşlara yol açtığı yadsınamaz.  Pratik de bir bakıma böyle gelişmiştir. Ancak insan ve insanın sosyal, ruhsal evrimi açısından aynı rolden bahsedilemez. Örneğin devlet ve diktatörlük biçimlerinin şiddet yoluyla değiştirilmesi; aynı yolla kurum, sosyal yapı ve ilişki biçimlerini farklılaştırmış olması, insanlaşma açısından da aynı rolü oynadığı anlamına gelmez. Şiddet, tarihi değiştirebilir ancak tarihin öznesi olan insan üzerinde aynı etkiyi yaratamaz. Özgürlük-şiddet ilişkisinin insani anlamı yoktur! Olsa olsa iktidar anlamı olabilir. Şiddettin, “değiştirici” olduğu söylenebilir. Yani var olan bir şeyi başka bir şeyle (iktidar, kurum, araç, nesne vs.) değiştirebilir ancak yeniyi yaratamaz. Yaratıcılık şiddetin değil, şiddetten arınmış aklın (zihnin) daha genel anlamda şiddetsizliğin ürünü olabilir.

Bu bağlamda J. Kovel’in insan ve insanlaşma tarihinin “şiddetsizlik”le başladığı tezi dikkat çekicidir. J. Kovel, şiddet tarihi ve yaratılarını insan ve insanlaşma tarihinin dışında tutarak, evrime eşlik eden uygarlığı gerçek formuna sokar.

Şiddetten şiddetsizliğe geçiş bir tercih değil, insanlaşma arzusunun yarattığı tarihsel ve ahlaki bir zorunluluktur. Silahların bırakılması gibi radikal ve mutlak bir karar, doğalında sadece mücadele anlayışında değil, davranış ve yaşam tarzında da radikal değişimlere yol açar. “Askeri zorunluluğun” siyasal gereklilik yolunda makas değiştirip karşı kıyıya (şiddetsizlik kıyısına) geçmekte oluşu; yeni insan kimliği ve mücadele biçimi hakkında önemli ipuçları verir… (Bunların neler olduğuna sonra değineceğim.) 

Şiddetsizliğe geçiş mekanik bir tutum değildir.

Şiddet seçeneği ve yarattığı egosantrik kültürden şiddetsizliğe geçiş; mekanik bir tutum değişikliği olmadığı gibi “tercih” de değildir. Şiddetsizlik, hayat anlayışının ve insanın doğaya karşı duyduğu saygı ve sorumluluğun naif ve etkili bir tezahürüdür. Sadece doğaya değil, bugüne kadar ihmal edilen yoksanan “öteki”ne açılma yoluyla insanlaşmanın de gereğidir. Şiddetsizlik, Paulo Freire’nin dediği gibi “bir tür vicdanileşmedir.”

Aynı biçimde bir yaklaşım, yaşayış ve başkasına zarar vermeden yürütülen mücadele biçimidir. Doğaya, insana, canlılara, “öteki”ne saygıyı içeren; empati kurarak karşıtıyla buluşan aklın yarattığı ruhsal (tinsel) güçtür. Problemler kadar problem kaynağıyla da pozitif bir etkileşim içinde olmaktır. Bu bağlamda şiddetsizlik, bir direniştir. Yoğunlukla da içsel bir direniştir. İnsan bu yolla ruhsal bütünlük oluşturur ve “öteki”nin dünyasına girerek çoğullaşır (bizleşir). Tekilliğin yarattığı sorunsalı; onun kültür ve davranış kalıplarını aşmaya odaklanır.

Şiddet, yapısı gereği “yok” sayar. Yarattığı antagonizma dış varlık olarak “öteki”ni yadsır; tasfiyesini amaçlar. Şiddetsizlik ise “öteki”ni kabul eder. Tasfiye yerine bir arada yaşamanın koşullarını arar ve oluşturur.

Yeni toplumsal yaşam, şiddetsiz düşünülebilir. Ancak şiddetsizlik salt talep edilen bir şey değil, yaratılacak bir şeydir. Bireyin evrimsel değişimini gerekli kılar. “Şiddetsiz bir eylemci olmak, kişinin kendisini bir tür tinsel (ruhsal/düşünsel) savaşçıya dönüştürmesidir.Burada birey, iktidardan ya da ona yol açabilecek düşünce ve davranış biçimlerinden arınmıştır.Egosal arzunun yerini, tinsel arzu almıştır.”

Görüldüğü gibi şiddetten vazgeçmek, evrimleşmiş sosyal varlıklar olmak için yeterli değildir. Şiddet kaynağı olan egosal arzuyu da aşmak gerekir. Ego, narsisttir!  Dış varlığı tehdit olarak algılar ve nesnelleştirir. Varlığıyla gerçek insan tarihinin başlangıcı önünde en büyük engeli oluşturur.

Devam edecek…

Gerçek insan tarihini başlatmanın yolu: Şiddetsizlik
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir