Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Felsefe
  4. Gazze: Korku ve utancın iç içe geçtiği insanlık gerçekliği

Gazze: Korku ve utancın iç içe geçtiği insanlık gerçekliği

featured

İnsanlar dünya üzerindeki acılara ve şiddete kayıtsızlaşır, kaçma eğilimine girer. Kaçışlar, korku ve utancın eşlik ettiği bir gerçeklik haline gelir ve toplumsal ayrışmaları artırır. Sorun, emperyalist kutup başlarının hedefleridir. İsrail ve Hamas, bu bağlamda paramiliter güçler olarak ortaya çıkar. Doğru çözümler için bu nedenleri sorgulamak gereklidir.

Dünya yaşanmaz hale getirildikçe, ölüm çekici hale gelir. İnsan, yapılan kötülükleri daha çok kanıksar olur ve tevekküle sığınarak her şeyi “müstahak” görür. Bu nedenledir ki, zulümden kaçan Afgan kadınlar İran sınırında soğuktan ölür, minik çocuklar donmak üzereyken bulunur. Cennetten kıyılarda “Göçmen” çocuk ölüleri karaya vurur.  “Elma kokulu” kimyasallar Halepçe’yi kavurur. İnsan tacirleri yoksul Asya insanının umutlarını hırçın dalgalara bırakır. Yerkürenin birçok yerinde recm edilen kadın görüntüleri soğumuş yürekler için birer şölene dönüşerek kanıksanır olur… Ve korku, geçip tekmil tanrıların yerine oturur.

Kanıksadıkça insan, çok daha “kaçar-göçer” olur!  Riskten, tehlikeden, sorumluluklarından kaçar durur… Ancak kaçtığı yeri yurdu mekânı bilmeden, nelerle karşılaşacağını kestirmeden uzaklaşır, hep uzaklaşır… Kaçma güdüsü o an insanı sadece başka yöne yönlendirir. O an önemli olan sadece kaçamaktır. Ve her kaçış çoğunlukla, başka kaçışları tetikler. Ve bu zaman içinde bir döngüye dönüşerek kaçmakta olanın “yazgısı” haline gelir. Önce yazgısı sonra “yasası” olur!

Hayat bir bakıma kaçış hikayelerinden ibarettir. Hayatın ve hakikatin öznesi olmayanlar ya da olmak istemeyenler sadece kaçar; birey, halk ve toplumların yaşadığı yıkımları, acıları, dramları, trajedileri es geçerek kendilerini tanımadıkları, yüzleşmedikleri belki de hiç yüzleşmeyecekleri ayıbın, utancın kollarına bırakır!

Korku ve kaçış utancın yoldaşıdır.

İşte Gazze’ye, Halepçe’ye, Suriye’ye ya da yerkürenin herhangi bir yerinde yaşanan vahşete, kıyıma, acı ve yokluğa kayıtsızlığın gerçek nedeni de budur! Birey ve toplumların ötekinin yaşadığı acılarla yüzleşmeyişinin nedeni de…

Kaçışlar yüzleşmeyi, “kral çıplak” demeyi engeller çünkü… Böylece birey, “yıkım öznesi” ile kendi arasına çarpıtılmış argümanlardan teşekkül duvarlar örer. İdeolojik, dinsel, inançsal, siyasal, etnik ya da töresel “gerekçeler” bularak ya da yaratarak yaşanan yıkımlara yabancılaşır; rahatlar!

Dolaysıyla öncelikle üzerinde durulması gereken şey şiddet, şiddet merkezleri ya da şiddetin yol açtığı yıkımlar, yokluklar değildir. Şiddet ve şiddet argümanlarının sorgulanacak bir yanı yoktur. Zira onlar zaten ayen beyandır; tüm çıplaklığıyla ortadadır. Gözler önündedir. Varlığı dolaylı değil, doğrudandır; aktörleri de (devletler, örgütler vs.) inkara kaçmadan lafı dolandırmadan bunu ilan etmektedir.

Sorgulanması gereken öncelikli konu; kaçışların, genel kitlesel/küresel reflekse dönüşmüş olduğu gerçeğidir. Zira şiddeti besleyen, özendiren, cüretli kılan “kaçışlar”dır.  Kaçışların yarattığı soğuma, ötekine karşı ilgisizleşme, hissizleşme durumu, toplumsal değişim ve ilerleyişin öznesi birey yapı ve çevrelerde büyük yarılmalara yol açmış, bu da insanlığın, mağdurdan ezilenden yana tutum almasını engellemiştir.

Görünürde tepkiler, saflaşmalar, saf tutmalar etnik ve dinsel ayrışmalara dayanıyor gibi görünse de gerçekte politik bir oyun ve illüzyondan başka bir şey değildir.

Öyleyse hakikat nedir?

Sorun, giderek küçülen ve rezervleri tükenmekte olan yerkürede (özellikle Ortadoğu’da) askeri müdahalelerle, ilhak ya da işgallerle yeni ekonomik kaynaklar yaratma, bulma ya da gasp etme; özellikle de  tek kutupluluktan çok kutuplu dünyaya geri dönüşün öngününde “alan kapma/genişletme” sorunu olarak gündeme giriyor… Ve burada İsrail-Filistin hadisesi de, mevcut güncel  niteliğiyle bir “ezen-ezilen savaşı” değil, çok kutuplu dünya zemininde  kutup başlarının, savaş/şiddet yoluyla birbirlerini sınırlama, engelleme girişimi olarak öne çıkıyor.

Bu hakikat asıl tepkinin politik toplumsal duyarlılığın nereye ve neye odaklanması gerektiğini de açıklığa kavuşturmuş oluyor: Kutup başları emperyal karakterler ve onlara dayanan paramiliter güçler.

Yeri gelmişken bir parantez açalım: İsrail paramiliter devlet, Hamas paramiliter bir güçtür. Her ikisi de halkların iradesi değildir ve aynı biçimde halkların demokratik insani taleplerinden hayli uzaktır. İsrail, askerî açıdan alt emperyal bir karakter taşırken; Hamas, önce Habbaş’ın öncülüğündeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ (FHKC)’nin, sonrasında FKO’nun tasfiyesiyle öne çıkan daha doğrusu çıkarılan bölgesel ve küresel gericilikten beslenen İŞİD vari bir siyasal İslam argümanıdır. 

Parantezi kapatıp devam edelim: Öncelikle sorgulanması gereken izah etmeye çalıştığımız “kaçılar” olurken, ikincisi de İsrail’den, HAMAS’tan vs. den önce kutup başları emperyal karakterler olmuş oluyor.

Küçüğüne değil, büyük fotoğrafa bakalım!

Sürece ve sorunlara buradan bakılmadıkça, doğru tutum ve çözümler de gelişmeyecek gibi gözüküyor…

Gazze: Korku ve utancın iç içe geçtiği insanlık gerçekliği
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir