Hasan Sağlam
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Toplumsal Yaşam
  4. Annem Elif Sağlam- SÜRGÜNDE DOĞDU SÜRGÜNDE ÖLDÜ!

Annem Elif Sağlam- SÜRGÜNDE DOĞDU SÜRGÜNDE ÖLDÜ!

featured
Bu yazıyı annem henüz yasıyorken kaleme almıştım. Ve annem öldü 02.10.2025

“Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden.” Şükrü Erbaş

Annem iki aydan fazladır yoğun bakımda uyuyor; öyle yorgun ki arada uyandırılıyor fakat o gene uyumak istiyor. Dokuz kardeşiz, sarılmışız eteklerine “gitme” diyoruz, ancak o bir gidip bir geliyor. Ben kamerada görüyorum sadece, annem telefonu dudaklarına götürüp sadece öpüyor, biliyorum ben o ne diyor, benden başka kimse bilmez bunu. O kadar özel hissediyorum ki bu acıyı, kusura bakmayın kimse ile paylaşamam. O benim acım ve Kemal Özer’in dizesi ile “çekmek istiyorum bu acıyı.” Her annenin her çocuğu ile ayrı bir iletişimi, bağı var, her birini diğerinden fazla sever ve annelerin sevgisi namütenahidir. Her telefon açtığımda “Hesê tu key yena ez qıdayê to biceri? Ez tersen kê ez bîmîri to mevini.”

– Hasan ne zaman geleceksin kadasını aldığım? Korkarım seni görmeden öleyim.” Ve şu an gözbebeklerimden çiviliyim bir boşlukta. Onu göremeyeceğim bunu biliyorum. Bu sarsıcı gerçek canıma okuyor. “Ma-Cümlenin Başladığı Yer” adlı kitabımda konuşturduğum Yücel karakteri ki aslında annemin oğluydu “ölmek istiyorum ama annemden önce ölürsem annem buna dayanmaz, onun için ölmemeliyim.” demişti. (Yücel’i yanılmıyorsam 78’de kaybettik 4 yaşında falandı.)

A. Kadir diyor ya “Benim anam hep ağlardı” benim annem de hep ağlardı ve ağladı hep.

Annemin hayatı başlı başına bir sürgün, ama hiç topraklarından kopmamış bir sürgün. 38’de Bilecik Gölpazarı’na sürgün edilmiş dedemler ve annem 1946 da Bilecik Gölpazarı’n da doğmuş. 1947’de iskân kanunu çıkınca geri dönmüşler, fakat bizim köyler 38 de “yasak mıntıka” ilan edilince bu yasak kalkmadığı için 8 sene de Çemişgezek’ in Sinsor Köyünde kalırlar. Toplamda 15 sene sürgünden sonra köylerine dönerler. Dönerler ama eksik, kederli, biraz yabancı ve ürkek…

15 yıl boş kalan köylerde cevizler, söğütler, kavaklar kurmuş, dağlar büyümüş, sular azalmış, çeşmeler kurumuş, tarlaları çalılıklar sarmıştı. Derler ki “cevizler, kavaklar ve söğütler insan sesi duymadan yaşamazlarmış.” Yeniden dokundular topraklarına, yollar belirdi, patikalar büyüdü, Piri-Rehberi geldi gitti, ikrar verildi. Uzunca bir zaman 38’de kıyılanların kanı ile kırmızı akan derelerden su içmedi kimse.

Zaman geçti evler büyüdü, bostanlar ekildi, elmanın çiçeği, söğüdün yaprağı, kuzuların sesi dağıldı coğrafyaya. Ilıman bir rüzgâr esti, küçük seslerle ateşin huzurunda mırıldanmaya başladılar, acılar ağıtlar dökülüyordu. Kıyımdan, terteleden ve ardından sürgünden söz etmeye, o kıyıcı hikâyeleri anlatmaya başladılar.

Öyle böyle yaklaşık 40 sene sonra 1994’te yeniden bir kıyım ve tertele ile sürgün başladı. Nasıl oluyordu bütün bunlar; biz Bursa, İstanbul gibi büyük şehirlerde bir ev bulamıyoruz ve gene Bilecik’e gidiyoruz. İstasyon Mahallesi Aşağıköy diye bir yere. Annem doğduğu şehre sürgün geliyor fakat bir kelime Türkçe bilmiyor, o şehre binlerce kez yabancı. Bizden başka kimse ile konuşamıyor, birkaç ay sonra delirecek kadar bunaldı, Bursa’ya ablamların yanına yolladık ve sonra nihayet bir ev bulunca oraya taşındık. Oradan da sürekli bir dağılma ile farklı ülkelere bir şekilde sürgünün devamı olarak düştük. Aile hayli dağıldı, 2010’da babam ikinci sürgünde hakka yürüdü ve orada toprağa verildi. Artık bir mezarlığımız var orda.

Annem her defasında benim bir türlü neden gidemediğimi sorduysa da anlayamadı. Bende neden yurtdışına çıktığımı siyasi sorunlarımı bir türlü anlatamadım. “To sekerdo, to pere kami tırte, tu kam çisto, dobê kamro kamirê sekerdo kê ceza da to?” -sen ne yaptın, kimin parasını çaldın, kimi öldürdün, kimi dövdün ki sana ceza vermişler? –

Bunun cevabını veremedim, sanırım bundan mustarip hayli arkadaşımız var. Annelere bunun cevabını kimse veremez. Şu an yeniden entübe edilecekken bu yazıyı yazıyorum. Bunu biliyorum ki annem sürgünde ölecek, babamın yanına gömülecek yani artık onun için Dersim daha doğrusu o kutsal “jiyar û diyar”ları yok. Annem başka bir dilde yakarmadı hiç, havaya bakıp küfrettiği de oldu, diz kırıp ağladığı da, o kendi “Haqı” ile öyle hasbihal ederdi. Aşırı yağmur kar veya zor koşullar için yukarı başını kaldırır ve “tı vana chımora biyo kor. Qına xo chırbiya” -Sanki gözleri kör olmuş, götü yırtılmış- diye sitem ederdi. Kuşkusuz sonra yakarırdı. “Ya wayirê hometê to comerda” – ey sahip sen cömertsin- derdi. Hep o dilde ana dilinde kaldı, annem somut bir Kırmancdı.

Bu yazıyı annem henüz yasıyorken kaleme almıştım. Ve annem öldü 02.10.2025

Hasan Sağlam

Annem Elif Sağlam- SÜRGÜNDE DOĞDU SÜRGÜNDE ÖLDÜ!
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir