Elini eteğini topladı güneş, gayrı gölgeler uzadı. Kısa düşüyor artık gün. Yetmiyor uzun boylu acıları derininden çekmeye.
Kim tuttu yakasını günlerin ve yirmi dört saate sıkıştırdı bizi? Böldü parçaladı, dağladı yağladı bizi kim yaptı bunu?
Bir mevsim telaşı
Zaman göreli mi göreceli mi, Einstein tuvalette sıçarken geçen zamanın üstüne mi denkledi bunu? Hangi parantezin içinden çıktı bu? Mevsim telaşı ve biz! Neden organlarımızın ölçüsüz tavrına aşk diyoruz.
Saçmalamadan mütevellit salaklığımızı nerde tartıya koyduk? Halbuki bizi gelen geçen her şair uyardı. Bu geceler nasıl kısa, günler nasıl uzun ne tarlada gün biter ne uykuya zaman yeter. Adonis huzursuzdur Lazkiye’ den bakarken Rojova’ ya; “Bu şuursuz geceler yıpratmaya başladı beni” demiş; kaç geceden bahsetmiş, hangi gecedir almış başını gitmişmiş.

“Eylül geçti gitti işte, ekim filan da gider bu gidişle” demiş Turgut Uyar mı Uymaz mı? Der mi der! Şair bu! Uyarsa da der, Uymazsa da der. Kasvete keder kırmış qımıldan ziyan görmüş. Toprakların çocukları ehvenişer diye şubat ayının eksikliğine göz seğirtmişler. Geçip gitmiş sonra mart, nisan, falan filan. Ekimde kalmıştık, o eski tavrına düşman, ekinsiz düşen toprak. E sonra başka bir ay…
Toprak kederden gebermiş, biz hala sıçtığımız kayanın dibine yaprak atıyoruz. “Yeni bir renk buldum, suyun akışının rengi” demiş Edip. Edep ile erkana durdum söz konu(su) olunca Cansever’in şiiri. “Fazla şiirden öldü Edip” dedi Cemal. Hatta bazı şeyler daha var bu devirde denmez, yok “yeşil ipek gömleğinin yakası”. Bilmem “bir yana düşermiş” bak bak lafa bak! Ya diğer yana ne düşer?
Ah Cemal abi, gene biz ahmaklara bıraktın! Lafın gerisini de bizde yok abi. O diğer yana neyin düştüğünü tahayyül edecek ehl-i san’at.

Ah ne dönemdi be o! Tomris’ in etrafında dörtnala dönenler, ne şiirler bıraktılar bizlere. Ama mesele şu; bu zamanın şairleri goygoy takımına kurban olsunlar. Bunların mintanında yaka, eteğinde caka, oka boka batmışlar da egolu, kibirli şeyler. Çay kasesine, sigara kağıdına ve silip silip defterine şiir yazmamış ki? Cemal, neden soyadından attı bir harfi? O darphane de kirlenen müfettiş Cemal’in Başeğmez Kırmanc yanına kaç defa saldırdı? Bunlar karttır postaldır! Can baba tanır da konmaz yamaçlarına komşuluk etmez.
Saka Kraliçesi!
Bunlar şair, bunlar tanrıyı diz getirmiş. Sen Tomris’ i yalnız şair sanma! O Saka Kraliçesi! Dokunmadan kanda yüzdürmüş kellesini, kadına düşman imparatoru. Kusmuğuna yılan dışkısı karışınca padişahın, yediği altın, yemediği gene altın! Bir çanakta acaba sıçtığım da altın mı deyip altına bakmış Milâslı kral. Ama kellede kasket başka. Sofrada havyar, hıyar bilmem ne olsa da göt dürüsttür, sonuçta sıçar. Yoksulun boku kokmaz, yediği ekmek, içtiği ayran, ama burjuvanın ajurundan çıkan Raflesiya kokusu ikileme biraz ikirciklik kattı.

Neredeydi konu; şiir mi demiştik, “şiir düz yazı gidi değil” der Victor Hugo, “bir masum kızın odasına düz yazı giremez, ama şiir eşiğine yüz sürebilir”. Aklımdan galiz bir akşam kumkuması serence etti. Lakin kum döktüğüm yerlere işeyen köpeğin eniğine saygı ile dumur durdum da Notre Dame’nın Zangocu kadar ezik başladım hayata ve Katedraline tükürdüm. Ah o Esmeralda! Nesin sen be! O ince bel üstünden kalçalara aritmik sarkan o etek…

Quasimodo’nun çektiği ile benim çektiğim arsanda nal sesi kadar mı fark vardı? Artık suya dokunsak nolur dokunmasak nolur? Öyle bir renk kalmadı. Eylül yitirdi aksanını, ekim falan da geldi geçti. Cemal hala haklı “sonbahar renktir gerisi mevsim.” Saat yarılamışken şimdi “son ay ışığında yemeği” bir çorbanın parası yok idi evvel zaman çok da mazi değildi. Willem Van Gogh, o çiftçiyi karasabana değil toprağa gömdü. Susalım mı artık böyle galiz cümleler kardeşliğimize zeval değil mi?
Ne kardeşlik ama, günü birlik öldürme seansları ile Efrin’e boşalmak kusmuğunu. Hali hazırda zırvalamışken devletler, durmadan Filistin’e İsrail dökülüyorken, fişlenmiş Hamasete uygun diktatöryal kokulu erkekler sıçarken çanağına Orta Doğu’nun; sığırtkanlar böğürdü, öküz üstünde namaz kıldılar. Sulh ile arasında şer olanlar önce komşusuna göz çevirdiler de şimdi bol keseden gideriz diyenlerle dolu sokaklar. İş şırdana dayanınca işkembeden kusuyorlar.
Başlarım böyle yazıya. Tam bitirecektim ki, neyse bitireyim.