Genel giriş: Suriye, bugünden itibaren bölgesel ve küresel güçler için “yeni bir siyasi ve askeri alan”dır. Ortadoğu sorunsalının önemli bir unsurudur. Küresel güç mekaniği Suriye’yi bir anda Ortadoğu’nun domino etkisi yapacak hareketli alanı haline getirmiştir.
Bu hareketin iki ana unsuru vardır: Birincisi, küresel güç ilişkileri ve çatışmaları bakımından oynadığı aktüel roldür. İkincisi, yerel ve bölgesel güçler açısından (sürdürülebilirliği tartışılır da olsa), siyasi ve askeri saha özelliği kazanmış olmasıdır.
Bu iki uca eşlik edecek ana başlık ise, Suriye’nin nasıl bir siyasi, idari, toplumsal yapıya kavuşacağı konusudur. Daha somut ifadeyle, halkların, etnik kimliklerin, inanç grupların “çatı” ya da “çatısız” nasıl bir statüye sahip olacaklarıdır? Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ)’nin ısrarla dayattığı üniter yapı mı oluşacaktır? Yoksa özerk bölgelerden oluşan federe çözüme mi gidilecektir?
Doğru ya da doğruya yakın olan nedir? Daha da önemlisi İngiltere, ABD, Rusya gibi merkezi devletler neyi öngörüyor? Küresel güçleri dışarıda bırakan bir çözüm mümkün müdür? Türkiye ve İran, Suriye sorunsalının neresindedir? Daha da önemlisi genelde Ortadoğu özelde Suriye’de olup bitenler küresel doktrinlerden bağımsız ele almak olası mıdır? Bu doktrinler bilinmeden Suriye gerçeğini doğru yorumlamak, doğru çıkarsamalar yapmak mümkün müdür?
Küresel doktrinler…
Elbette değildir. Suriye’yi doğru yorumlamak ve akla uygun önermelerde bulunmak için sadece yerel değil, küresel aktörleri de yakından izlemek gerekir. Ayrıca tarihsel toplumsal gelişimin genel ve özel aşamalarında geliştirdikleri doktrinleri bilmek de zorunludur. Doktrinlere dayanan stratejilerini de… Aksi durumda her düşünce, her yorum ve önerme formel bir yol izleyecektir. Yapılan her yorum, ileri sürülen her sav, “havanda su dövmek” olacaktır.
Küresel güçlerin özellikle de ABD ve İngiltere’nin uluslararası planda doktrinel ağırlığı vardır. Bu doktrinler yerel, bölgesel ya da küresel değişimleri belirler ya da etkiler durumdadır. Politik, askeri stratejiler de buna dayanmaktadır. Rusya ve Çin alternatif arayışlara yönelmiştir. Ancak ABD, İngiltere hegemonyası kırılmış değildir. Bir diğer ifadeyle “soğuk savaş” sonrası ortaya çıkan “çok kutuplu dünya” öne çıkmıştır. Ancak klasik güç merkezleri konumlarını korumuştur.
Sovyetik yapıların dağılmasıyla ABD, “tek kutuplu” refleksler geliştirse de sürdürememiştir. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası ve kendi içinde taşıdığı çelişkiler farklı güç merkezlerinin doğmasına yol açmıştır. Rusya, Çin gibi ülkeler bunun sonucudur.
Amerika, barbarlık evresini atlatamamıştır.
Genel giriş devam: Siyasi ve askeri çizgiyi belirleyen ekonomik öncelikler, doktrinlerin “güvenlik” eksenine oturtulmasını sağlamıştır. Hatta eksen olarak kalmamış, “güvenlik ihracı” yoluna gidilmiştir. ABD’nin günümüzdeki tüm doktrinel kurguları “güvenlik ihracı” stratejisine dayalıdır. Ziyadesiyle atak ve tamahkar olması da bu anlayıştan kaynaklıdır. Bağlı olarak, “barbarlık evresi”ni atlatamamış olması da bir diğer faktördür. ABD’nin ultra emperyal bir güç olması bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Açalım: ABD, Avrupa’nın yaşamış olduğu, sosyokültürel düzey ve doyumu yaşamamıştır. İç evrimi yavaştır ve çoğunlukla bu evrim, sömürge ülkelerden yarattığı kaynaklara dayanmıştır. Bazı analistler de “Avrupa’nın 16. yüzyılda barbar olarak kabul edildiğini, 18. ve 19. yüzyılda ise uygarlığa geçiş yaptığını” söylerler. Bugün ise Avrupa’nın “çöküş sürecine girdiğini” savlarlar. Buna karşın “ABD’nin ise, hala barbarlık aşamasında olduğunun, uygarlığa tam geçiş yapamadığının” altını çizerler. Buradan da şu çıkarsamayı yaparlar: “ABD’nin tüm uğraşı, barbarlıktan uygar aşamaya (kapitalist uygarlık) geçme uğraşıdır. Geliştirmiş olduğu tüm doktrinler bunu gerçekleştirme amacı taşır.”
Burada şu eki yapabiliriz: ABD’nin temel sıkışması barbarlık-uygarlık ikilemini aşamamış olmasıdır.
Sonuç olarak: ABD, Batı’nın “barbarlık” sonrası yaşadığı “olgunlaşma” sürecini tam yaşamış değildir. Bugün bile 16.yüzyıl Avrupa’sının siyasal ve kültürel dokusuna sahiptir. Güvenlikçi doktrin ve stratejilerin esiridir. Siyasal islam ya da fundamentalist (köktendinci) yapılarla geliştirdiği paradoksal ilişkiler bundan beslenir.
Doktrinel diyalektik…
Doktrinleri belirleyen tarihsel toplumsal değişimler ve bu değişimlerin küresel merkezlere yaptığı etkidir. Her doktrin bir tehdit algısına dayandırılmıştır. Öne çıkan toplumsal olaylar ve bu olayların niteliği doktrinleri beslemiştir. İç ve dış şartlar güç merkezlerini doğrudan etkilemiş bu da yeni stratejilerin geliştirilmesine yol açmıştır.
Bu genel belirlemeler ışığında ABD’nin temel doktrinlerinden bahsetmek genel ve özel sürecin doğru yorumlanması bakımından yararlı olacaktır.
ABD’nin geliştirdiği ilk doktrin Monreo doktrinidir. 1800’lere dayanır. Bu doktrin “yayılmaya hazırlık” olarak da anılmıştır. Buna göre ABD, Avrupa’daki olaylara müdahale etmez. Avrupalı güçlerin Amerika kıtasındaki varlığının da meşru sayar. Buna karşın Avrupa’da Latin Amerika da ortaya çıkan ulus devletlere dönük sömürge politikası gütmez. Monreo doktrinin özü, “zaman kazanmak ya da yayılmak için zaman yaratmaktır. Etkili dev olmuştur. Burada ABD’yi yayılmacı, “güvenlik ihracı” kimliğiyle görmüyoruz. Birinci nedeni, palazlanmaya duyduğu ihtiyaçtır. Emperyal refleksleri henüz güçlü değildir. İkincisi, Sovyetik (sosyalist) tehdit henüz yoktur.
Truman Doktrini…
Sonrasında Truman doktrini devreye girer. 47’ ve sonrasına tekabül eder. Sovyetler artık maddi bir güçtür; ciddi bölgesel ve küresel etkilere sahiptir. Doktrin “Sovyet tehdidi “ne karşılık düşer. Asıl amacı, kendileri için yaşamsal önemde olan Ortadoğu’da Sovyetik etkiyi kırmaktır. Olası ulusal kurtuluş güçleri bastırmaktır. Aslında sonrasında geliştirilen Carter, Reagan doktrinleri de benzer amaçlar taşır. Ve bu, iki kutuplu dünyanın temel doktrinel formülasyonu olur. Böylece Ortadoğu’ya güç yığmak, “askeri güvenlik şemsiyesini” genişletmek gibi stratejiler geliştirilir.
Özellikle 90’lı yıllara kadar dış politikasının bel kemiğini bu oluşturur: “Sovyetik etkiye karşı, Latin Amerika, Asya ve Afrika’da anti komünist hareketleri beslemek ve desteklemek…” Aslında bu “devlet terörü” oluşumunun da başlangıcıdır.
-Devam edecek…
Oldukça spesifik,karmaşık ve yüzyılın en can alıcı güncel sorununa giriş mahiyetinde güzel bir yazı eline sağlık…