Evlat Acısının Kuşaklara Yayılan Yankısı
Türkiye’nin atasözü geleneğinde çok yer etmiş bir ifade vardır: “Allah kimseye evlat acısı vermesin.” Bu söz bir istisna hâlini anlatıyor gibi görünse de gerçekte sürekli ve yaygın bir travmanın ifadesidir. Çünkü bu ülkede yaşanan acılar çoğu zaman doğal kayıplar değil, kitlesel kıyımların sonuçlarıdır. Çoğu kez evlatlar anne-babalarının; ebeveynler evlatlarının katline tanıklık etmiş, böylece nesiller arası travmalar birbirine eklemlenmiştir. Dersim, bu kesişen travmaların en çarpıcı coğrafyalarından biridir.
Seyit Rıza ve Kesişen Bir Gece
İdamının yıl dönümü nedeniyle yeniden konuşulan Seyit Rıza’nın, ölüme giderken son isteğinin evlat acısına dair olduğunu İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarından okuyoruz. Ama bu isteğin aksine, oğlu da aynı gecenin karanlığında babası gibi idam edilmiştir. Daha da tuhafı, bu feci akıbetin ortaya çıkmasında doğrudan rolü olan Rayber’in de bir yıl sonra süngü darbeleriyle öldürülmesidir. Babasının Deşt nahiyesini inleten çığlıklarını duyup kurtulmaya çalışan oğlu da aynı yerde vurulmuş, baba ve oğul aynı trajik sonda buluşmuşlardır.
Dersim’in Kayıp Kızları ve Sessiz Acılar
1938’de subaylar tarafından el konulan Dersim’in kayıp kızları da kesişen travmaların simgesidir. Her biri, çocuk yaşta anne-babalarının acılarına tanıklık ettikten sonra ailelerinden koparılmıştır. Öğretmen Sıdıka Avar’ın anlattığına göre, 1940’ların başında Nazimiye Köyakar’dan bir aile, kaybolan kızlarının Elazığ Kız Enstitüsü’nde olduğunu duyup dilekçeyle başvurmuş ancak Avar, “bir defter kâğıdına yazılmış” diye küçümsediği bu dilekçeyi dikkate almamıştır. O çocukların her biri ise yıllar sonra kendi çocuklarının acılarına tanıklık edecekti.
Emine Ocak: İki Ayrı Acının Birleştiği Hayat
Dersim kıyımından sağ çıkan çocuklardan biri de “Cumartesi Anneleri”nin simge ismi Emine Ocak’tır. Kırım günlerinde henüz üç yaşındadır ve tesadüfen hayatta kalmıştır. 1995’te gözaltında kaybedilen oğlu Hasan Ocak, annesinin öyküsünün hep konuşulduğu bir evde büyümüştür. Böylece Emine Ocak, iki ayrı kuşağın iki ayrı kıyımına tanıklık etmek zorunda kalmıştır.
Kıyımdan Devrimci Kuşağa: Süregelen Acı Döngüsü
Dersim’in bu türden öyküleri saymakla bitmez. Tertelenin ardından hayatta kalan aileler, sonraki on yıllarda bu kez farklı sosyalist geleneklere mensup çocuklarının parçalanmış bedenleriyle karşılaşmıştır. 1973’te Ali Haydar Yıldız öldürüldüğünde tertelenin tanıkları hayattaydı. 1980 darbesi sonrası başlayan işkenceli infazlarda, katledilen öğretmen Ali Ekber Yürek’in genç bedenini toprağa verenlerin bir kısmı da aynı travmanın taşıyıcılarıydı. Türkiye’de idam edilen son devrimci genç olan Hıdır Aslan’ın ailesi de kendi acılarını çocukları etkilenmesin diye gizlemeye çalışırken, benzer bir acıyı evlatlarının idamıyla yeniden yaşadı.
1990’lar: Yeni Kayıplar, Aynı Travmanın Devamı
Yakında yayımlanacak çalışmasında Selman Yeşilgöz, 90’lı yıllar Dersim’ini anlatırken gözaltına alınıp bir süre sonra çeşitli yerlerde ölü bulunan Dersimli gençlerin hikâyelerini aktarıyor. Bu gençlerin tamamı, tertelenin tanıklarının çocuklarıdır. O parçalanmış bedenler, kim bilir 38’in kaç manzarasını hatırlamıştı? Sanki “Allah kimseye evlat acısı göstermesin” sözü, bu coğrafyada devlet politikaları sayesinde tersine çevrilmiş ve özellikle **“gösterilsin”**e dönüşmüştü.
Dersim: Travmanın Kuşaktan Kuşağa Aktığı Bir Bellek
Ebeveynlerin çocuklarının kıyımına tanıklık etmesi sadece Dersim’e özgü olmasa da Dersim bu olgunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Çünkü bu coğrafya her dönem “öteki” olarak kodlanmış, böylece travmalar üst üste binmiş, her kuşak için adeta bir kadere dönüşmüştür.
Bugünden Geriye Bakınca…
Geriye dönüp baktığımızda asıl soru şudur: Bugünün hâkim siyaseti, bu travmatik geçmişe dair bir söz söyleyecek mi? Bir adım atacak mı? Yoksa kesişen acılar, yeni kuşakların üzerine gölge gibi düşmeye devam mı edecek?
