Bölüm-1
GENELLEME: “Yanlış anlaşılma kaygısı” bir yere kadar makul görülebilir. Herkes bir biçimde belli kaygılar taşır ancak kaygılarla yaşayamaz. Çünkü süreklileşirse paranoyaya dönüşür. Bundandır ki bir noktadan sonra “yanlış anlaşılma” kaygısını terk etmek, yaratıcı düşünce ve eylemin gereğidir. Özgür ruh ve beden sağlığının da koşuludur. Çünkü bireyin, “kendini kanıtlama” ve bunun için de sürekli çırpınma, açıklamalar yapma gereği duyması kadar örseleyici başka bir şey olamaz.
Yanlış anlaşılmayı önlemek, doğru ilişkilenmenin gereği olduğu kadar ahlakî bir disiplindir de… Özellikle Kolektiflerde sorumluluk gereğidir. Ancak yanlış anlamaları düzeltme üzerine kurulmuş bir hayat; insandaki yaratıcı özü yok ederek, sığıntıya dönüştürür. Törpüleyerek başka yaşamların, birey ya da yapıların unsuru yapar.
Kişisel beklentiler ne kadar çok olursa birey, bir o kadar “yanlış anlaşılma” kaygısı taşır. Böylece ciddi kişilik yarılmaları yaşar. Özgürlüğü biter. Beklentilerinden dolayı iç kararlaşması “Dış Gerçek” karşısında geri çekilir. Kaygıları karşısındabirey, özgür ol(a)maz ve bu durum hayatta “gerçek düşünce ve tutumuyla” var olmasını engeller.Doğru bildiğini değil, “duyulmak istenileni” dile getirerek teslim olur! Böylece karakteri kadar, düşünceleri de ikileşir…
İnsanlardaki ikili davranış ve düşünce biçimi, bir diğer ifade ile “gerçek düşünce” ile “resmi düşünce” paradoksu da bu hususu doğrular.
* * *

NEDENSELLİK: Bu kaygıyı özellikle iki şey tetikler: Özgüven yitimi ve kişisel beklentiler… Güven yitimi iradî gücü düşürürken, beklentiler ise bireyi “beklenti kaynağı”na bağlayarak sıradanlaştırır. Böylece bireyin yapı ve sorunsalıyla ilişkisi, özgür olmaktan çıkar.Cesaret, kaygıyla yer değiştirir. Bireyin davranışlarını belirleyen kolektif sorumlulukları değil, beklentilerine karşılık düşen kaygı ve korkuları olur.
Tüm bunlar dışa dönük cesaretin, içe dönük sönümlenmesinin nedenlerini de açıklar. Cesareti anlamlı kılan şey, sadece dışa dönüklüğünün yarattığı kahramanlık değil ama aynı zamanda içe dönük sorgulayıcı karakteridir. Bu karakter olmaksızın cesaret, belki kahramanlar ve kahramanlıklar yaratabilir ama asla özgür ol(a)maz. “Dışa dönük cesaret” kısırdır. Ele geçirir, etkiler, sahiplenir ancak yaratamaz. Yaratıcılık ve onun kolektif-komünal dünyası iç cesaretle gelişir. Özgürlük ve demokrasi de aynı cesaretin ürünüdür.
Genelde kaygılar, özelde “yanlış anlaşılma kaygısı” yerini özgür duruşa bıraktığı an, cesaret yaratıcı kimliğini bulur. Böylece birey kadar, politik yapılar da durağanlığı kırarak yaratıcı bünyelere dönüşür.
Devam edecek…