Kapitalist sistem, bireyi öncelikle ekonomik bir aktör olarak tanımlar ve bireysel çıkarları merkeze alır. Bu durum, dayanışmayı ve kolektif sorumluluğu zayıflatarak bireyleri yalnızlığa iter. Eğitim, sağlık ve barınma gibi temel haklar, kapitalizmde birer ekonomik fırsat olarak görülür. Sonuçta, bireyler yalnızca kendi hayatlarını sürdürmeye odaklanır ve toplumsal bağlar giderek zayıflar.
Alman filozof Max Horkheimer’ın da dediği gibi, “Kapitalist toplumda birey, özgürlüğünü kazandığını sanarken, aslında sadece yeni türden bir bağımlılık ilişkisi içine girer.” Bu bağımlılık, bireylerin sorunları kabullenmesine ve değişim çabalarını terk etmesine neden olur. Kapitalizmin bu birey ve toplum anlayışı, bireysel iradeyi ve toplumsal dayanışmayı yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.
Bireysel ve Toplumsal Çözüm Üretimi
Son yıllarda, bireysel çözümler toplumsal sorunlara karşı daha çok tercih edilir hale geldi. Ancak bireysel yaklaşımlar, dayanışma kültürünü zayıflatarak daha büyük toplumsal sorunlara yol açıyor. Bu yalnızca birey-toplum ilişkilerinde değil, sendikalar ve meslek örgütleri gibi örgütlü yapılarda da açıkça görülüyor.
Örneğin, bir sendika hükümet politikaları nedeniyle baskı altına alındığında, diğer sendikalar ya da meslek kuruluşlarından yeterli destek bulamıyor. Hükümet, örgütlü yapıların bir araya gelmesini engellemek için bu kurumları politize ederek bölüyor ve karşı karşıya getiriyor. Sonuç olarak, sendikalar sadece bireysel sorunlarla ilgilenirken, çarpık kapitalist sistemin kök salmış sorunlarına çözüm üretilemiyor.

Toplum bilimci Pierre Bourdieu bu konuda, “Kapitalist sistem, bireyleri birleştiren bağları çözer ve onları yalnızca ekonomik birer varlık haline getirir,” diyerek örgütlü yapılar arasındaki bu dayanışma eksikliğini eleştirir. Bu zayıflayan dayanışma kültürü, bireyselleşmeyi artırarak kapitalist sistemin çarklarını daha rahat döndürmesine olanak tanıyor.
Bireyselleşmenin Derin Yalnızlığı
Bourdieu’nün dediği gibi, kapitalist sistem bireyleri birleştiren bağları çözer ve onları yalnızca ekonomik varlıklar haline getirir. Bu durum, aile bağlarından komşuluk ilişkilerine kadar her alanda kendini gösteriyor. Örneğin, modern şehir yaşamında komşuluk ilişkilerinin yerini, yalnızca ekonomik çıkarlar için kurulan geçici bağlar aldı. Artık aynı apartmanda yaşayan insanlar, birbirlerini tanımadan yıllar geçiriyor.

Bu yalnızlaşma, bireylerin toplumsal sorunlara karşı dayanışma göstermesini de engelliyor. Çünkü bireyler, artık kendilerini yalnızca kendi ekonomik çıkarlarının peşinde koşan birer “tüketici” olarak tanımlıyor.
Toplumsal ve Bireysel Denge
Ekonomik sıkıntılarla baş eden bir birey, yoksulluk sınırında bir işe girerek geçici bir rahatlama sağlayabilir. Ancak bu çözüm, uzun vadeli bir fayda sağlamaz. Zamanla, işini kaybetme korkusu ve bireysel sorunların baskısı, toplumsal duyarlılıklarını kaybetmesine neden olur. Böylece birey, toplumsal sorunlara karşı “bana ne” yaklaşımını geliştirir.
Sosyolog Emile Durkheim’ın belirttiği gibi, “Bireysel kurtuluşlar, toplumsal bir kurtuluşun yerini alamaz.” Bu nedenle, bireysel çaba ile toplumsal farkındalığın bir araya geldiği dengeli bir yaklaşım, daha kalıcı çözümler üretebilir.
Dayanışma kültürünü yeniden inşa etmek ve bireyselliği toplumsal fayda ile dengelemek, hepimizin ortak görevi olmalı.
