Halep’te SDG ile HTŞ bağlantılı güçler arasındaki çatışmalar, Türk medyasındaki derin bir önyargıyı yeniden açığa çıkardı. Özellikle Kemalist ve sol eğilimli medya organları, SDG’yi “terör örgütü PKK/YPG” olarak etiketlerken, HTŞ’yi “Suriye güvenlik güçleri” olarak meşrulaştırıyor. Bu dil, Kürtlere karşı kökleşmiş bir düşmanlığın, ideolojik bir sürekliliğin ve ırkçı çifte standardın göstergesi.
1. “Terör” Etiketi: Kemalist Medyanın Ortak Söylemi
Cumhuriyet, Tele1, HalkTV ve Sözcü gibi yayın organları, Halep’teki çatışmaları devlet medyasının diliyle aktarıyor. “Halep’te terör örgütü PKK/YPG ile Suriye güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşanıyor” başlıkları, SDG’nin Kürt mahallelerini savunmasını “terör saldırısı” olarak sunuyor.
Doğan Durgun’un paylaştığı örneklerde Sözcü, Cumhuriyet ve Tele1 gibi gazeteler aynı çerçeveyi tekrarlıyor. Ferhat Encu bu tutumu, “Dünyanın en demokratik, en seküler hareketine ‘terör örgütü’ demek, selefi barbarları ‘güvenlik güçleri’ saymaktır” diyerek eleştiriyor. Gökhan Kaya da Cumhuriyet’i “Laik Kürtlere karşı cihatçıların yanında” olmakla suçluyor.
Bu söylem, SDG’nin IŞİD’e karşı kazandığı uluslararası meşruiyeti yok sayıyor. Kürtleri “dış güçlerin piyonu” gibi göstererek, toplumsal bilinçte “bölücü terörist” imajını canlı tutuyor.
2. Mezhepçi Irkçılık ve Çifte Standart
Kemalist medya, mezhep söz konusu olduğunda Alevilere yapılan HTŞ saldırılarını “terör” diye nitelendirirken, Kürtler hedef olduğunda aynı grubu “Suriye güvenlik güçleri” olarak tanımlıyor. Jasmine’in Tele1 örneği bu ikiyüzlülüğü açıkça gösteriyor.
Ferhat Encu, bu yaklaşımı “Kürtlere düşmanlıkta HTŞ yayın organı gibi davranmak” diye tanımlıyor. Rênas ise ironik biçimde “Biz IŞİD’i vuruyoruz, ses Kemalistlerden çıkıyor; Allah Erdoğan’ı başınızdan eksik etmesin” diyerek, solun Kürt karşıtlığının iktidarla aynı çizgide buluştuğunu vurguluyor.
Orhan Miroğlu, ateşkes ilanına rağmen medyanın “savaş kışkırtıcılığı” yaptığını belirtiyor. Böylece Kemalist ideolojinin “ulusal bütünlük” adı altında Kürtleri sürekli tehdit olarak tanımlayan ırkçı damarını yeniden gösteriyor.
3. İdeolojik Kökenler: “İlerici” Görünümlü Asimilasyon
Bu yaklaşımın kökeni, Kemalist ideolojinin “tek ulus” anlayışına dayanıyor. “İlerici” ve “laik” bir duruş iddiasına rağmen, Kürt kimliği bu çerçevede hep bir “sorun” olarak görülüyor.
Sosyal medya yorumları bu gerçeği sıkça dile getiriyor: “AKP karşıtlığı demokratlık değildir; Kemalizm, Kürt karşıtlığında AKP’yle müttefiktir.” SDG’nin kadın odaklı, ekolojik ve demokratik yapısı ise bu çevrelerce görmezden geliniyor.
Kürtler, “şeytanla savaşsa şeytana tapmakla” suçlanan bir öteki konumuna itilmiş durumda. Sol söylemin içindeki bu ırkçı refleks, Türk ilericiliğinin yüzleşemediği en büyük çelişkilerden biri.
Sonuç: Kürt Düşmanlığı Solun Gerçek Sınavı
Halep’teki haber dili, Türk solunun Kürt meselesinde hâlâ devletçi ve asimilasyoncu bir çizgide kaldığını gösteriyor. SDG’yi “terör” diye damgalamak, HTŞ’yi “güvenlik gücü” diye aklamak yalnızca çifte standart değil, ideolojik iflasın da göstergesi.
Doğan Durgun’un dediği gibi: “Yorum yapmıyorum, sadece unutmasınlar.” Bu unutulmaması gereken bir ders.
Kürtlere yönelik bu önyargı değişmedikçe, gerçek bir sol ittifakın temelleri atılamaz. SDG’nin küresel düzeyde kazandığı saygınlık, yerel “ilericilik” maskesi altındaki ırkçılığı giderek daha görünür kılıyor.