TEMEL DEMİRER
“Kutsal denen şey, insanın kendi çaresizliğini süslediği bir yalandır.”[1]
“Tarihimizi kendimiz yapıyoruz ama her şeyden önce, sıkı sıkıya belirlenmiş öncüller ve şartlar içinde yaşıyoruz. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olanlar ekonomik şartlardır. Bununla birlikte politik şartlar ve başkaları; hatta insanların zihinlerinde çöreklenmiş gelenekler, son sözü söyleyememekle birlikte önemli rol oynarlar,” diyen Friedrich Engels ekler:
“Üstyapının çeşitli bölümleri (sınıf mücadelesinin hukuki biçimi ve sonuçları) bir sınıfın zafer kazanışından sonra ortaya konmuş olan anayasalar vb., hukuki şekiller ve hatta bu mücadelelerin, mücadeleye katılanların zihninde yarattığı yansılar, politik, hukuki ve felsefi teoriler, dini görüşler ve bunların dogma hâlinden sistem hâline gelmelerine kadar geçirdikleri gelişmeler de tarihi mücadelelerin akışı üzerinde etkilerini gösterir ve çoğunlukla bu mücadelelerin biçimini öncelikle belirlerler.”[2]
Üzerinde çokça konuştuğum(uz) anayasa meselesini[3] bu kapsamda ele aldığım(ız)ı -öncelikle- belirteyim.
Meşrutiyet’ten beri gündemimize nakşedilen Kanuni Esasi, “Temel Kanun” ya da Anayasa meselesi, her daim asılsız, mesnetsiz “Öyle bir anayasa yapın ki, bir daha ihlâli mümkün olmasın,”[4] abartılarıyla ele alınmış ve sonuç da hep “nafile” olmuştur.
Hatırlayın: Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk (ve son) anayasası 23 Aralık 1876’da ilan edilmiş, 1878’de II. Abdülhamid tarafından askıya alınmış. 24 Temmuz 1908’de yeniden yürürlüğe sokulup, Osmanlı İmparatorluğu’nun hukuken nihayete erdiği 1 Kasım 1922’ye dek “yürürlükte” kalmıştı.
Bugüne gelince; İktidarı döneminde daha önce üç kez anayasa değişikliği yapan ve bu değişikliklerle birlikte, önce Fethullah Gülen Cemaati’ne yargı ve bürokratik devlet yapılanması içerisinde hâkim kılarak 15 Temmuz’a giden sürecin yollarını açan, daha sonra adına cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen “tek adam”lığı tesis ederek biçimsel “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ni de alt üst eden AKP’nin “yeni” bir anayasa değişikliği yapma gayretinde olduğu herkesin malumu.
Yani manevra alanı daralan Erdoğan’ın “yeni anayasa” hamlesi ya da zokası bir kez daha devreye sokuldu.
Coğrafyamız bir kez daha anayasa tartışmasına sürüklenirken, biçimsel hukukun, adaletin, “bağımsız yargı”nın mumla aranır hale geldiği koşullarda, bu tartışmalar ne kadar sahici olabilir?
Evet, coğrafyamız bir süredir yeni(den) bir anayasa yapma ihtiyacını konuşuyor. Ama bu ihtiyaca en fazla vurgu yapan AKP, anayasaların yol açtığı çok ağır toplumsal maliyetlere ve dolayısıyla geçmişle yüzleşme arayışına işaret eden bir yeni söz bile kurmuyor. “Her yurttaş hukuken yasalar önünde eşittir,” türünden yanıltıcı söylem yerine, herkesin bir kültür, dil ve inancın parçası olarak, kimliğiyle yaşama hakkına sahip olduğunu vurgulayan bir siyaseti de inkâr ediyor.
* * * * *
Dahası siyasal keyfiliğin adeta olağanlaştığı bir ortamda, böyle bir “yeni anayasa” ne işe yarayacak?
Malum: Anayasa, iktidarı boyunca AKP için işlevsel bir araç oldu. 2010 ve 2017’deki anayasa değişiklikleri, rejimi kurumsallaşma yolunda birer basamak daha yukarıya çıkardı. Erdoğan şimdi de “yeni anayasa” girişimini bir kaldıraç olarak kullanmayı amaçlıyor.
Onun, “yeni anayasa”dan muradı, daralan hegemonyasını tamir ederek, bir kez daha cumhurbaşkanı adayı olmasının önündeki engeli kaldırıp, siyasal gücü pekiştirmek.
“AKP ve MHP’nin sivil ve demokratik bir anayasa istediğine kim inanır?” sorusu -tüm netliğiyle- orta yerdedir; AKP ile MHP’nin bu girişimi “tek adam” sultasını tahkim etmek için başlattığı “sır” değil.
Bu bağlamda iktidar bir virajı daha “yeni anayasa” süreciyle almaya çalışıyor. Yani emperyalist müdahaleler doğrultusunda Ortadoğu’daki gelişmelerin dayattığı ve içerideki siyasi ihtiyaçların şekillendirdiği “süreç”, bir anayasa ittifakına dönüşme emareleri gösteriyor.
AKP-MHP iktidarı, Öcalan-DEM açılımının rüzgârını da yanına alarak “yeni anayasa”yı siyasetin gündemine taşımaya çalışıyor. Lakin Erdoğan’ın “sivil” nitelemesi ve Anayasa Komisyonu kurulduğu açıklamasının dışında hiçbir şey yapılmıyor.
Bu şaşırtıcı değil. Çünkü yürürlükteki Anayasa 12’si AKP döneminde olmak üzere tam 19 kez değişikliğe uğradı; 2/3’ü değiştirildi; daha ne olsun, 2017’de rejim değiştirildi. Ve yine hiçbir şey olamadı, olamazdı da.
* * * * *
İktidar, hazırlıklarına başladığını duyurduğu yeni anayasanın her şeyden önce “sivil” olacağını ve 1921 Anayasası benzeri “kurucu” nitelik taşıyacağını ileri sürüyor. Amacı, yıllar boyu değişiklik gerektirmeyecek bir metin yazılması…
CHP’nin buna ilk tepkisi “ne anayasası, millet aç” demek olurken; anayasayı “toplum sözleşmesi” olarak gören sağlı-sollu liberaller ise, herkesin üzerinde uzlaşmadığı bir anayasa olamayacağını ileri sürüyor.
Öncelikle anayasa liberallerin söylediği gibi bir “toplum sözleşmesi” değildir. Güçlünün egemen olduğu düzenin sürmesi için, güçsüzün uyacağı kuralları gösteren bir hukuk metnidir. Yasa, kararname, yönetmelik vb. diğer hukuk metinlerinden farkı, onların nasıl hazırlanacağının kurallarını da içermesidir. Gücü olan kuralı koyar. Eğer güçler eşitse, oturur anlaşırlar ve daha sonra her fırsatta anlaşmayı kendi lehlerine düzeltmeye çalışırlar.
Dolayısıyla “öyle bir anayasa yapalım ki yıllarca değiştirme gereği duyulmasın” demenin anlamı yoktur. Anayasa sürekli değişen güç dengelerine bağlı olarak yapılır ve uygun görüldüğü gibi yorumlanıp değiştirilir. Eğer ezilenler sürece müdahale edebilecek bağımsız bir güce sahip değilse, egemenlerin verdikleriyle yetinmek ve onlar arasındaki kayıkçı dövüşünü izlemek zorunda kalırlar.
Hukuk, gelişmeleri kavrayabilmek için en son başvurulacak düşünce biçimidir. Çünkü olayların içyüzünü açıklayıcı bilgi vermediği gibi, gelişmeleri yönlendirici işlevi de yoktur. Yalnızca var olanın devamı için uyulması gerekli kuralları söyler.
Ezilenler örgütsüz olduğuna ve düzen muhalefeti iktidarın tüm önemli kararlarını desteklediğine göre, “yeni anayasa” arayışının nedeninin yönetenlerin kendileriyle ilgili olduğu düşünülmelidir. Tam da bunun için, yılladır anayasa oyunu oynayan burjuvaların temel güdüsü ücretli köleliğin gereksinimleridir.
Kaldı ki burjuva klikler arasındaki çelişkiler, Kürt sorununun boyutlarının genişlemesi ve Ortadoğu’daki savaş süreci basıncının devreye soktuğu etkiler ile keskinleşen çelişkiler, sertleşen tartışmalar, derinleşen kutuplaşmalar “yeni anayasa” sorununu artık bir demokratikleşme meselesi olmaktan çoktan çıkardı.
Yeri geldi, eklemeden geçmeyeyim: Anayasa sorunu toplumların gündemine sık sık ve durduk yere gelmez, gelemez.
* * * * *
Anayasalar esas olarak modern sınıf mücadeleleri tarihinin bir ürünüdürler. Burjuvazinin pre-kapitalist egemen sınıflara karşı mücadeleleriyle ortaya çıkmışlardır. Burjuvazi bu sınıflara karşı verdiği mücadelede ihtiyaç duyduğu halk yığınlarının desteğini almak için sınıfsal taleplerini evrensel çıkarlar olarak sunmuştur. Bu, zaten sınıf mücadelelerinde tüm sömürücü sınıfların temel bir özelliğidir. Hiçbir egemen sınıf “ben kendi sınıfsal çıkarlarım için mücadele ediyorum” demez. Bunun yerine “Tanrının buyruğu bu”, “İnsanlar hür doğar ve eşittirler”, “Doğal hukuk”, “Egemenlik milletindir”, “Kuvvetleri ayrılığı,” vs. der…
Marksist-Leninistler için kuvvetler ayrılığı ilkesi toplumsal gelişmenin belirli bir evresinde ilerici rol oynamış burjuva politik bir ilkedir sadece. Söz konusu burjuva düzen açısından evrensel geçerlilik taşımadığı gibi, referans da oluşturmaz. Karl Marx’ın “Örneğin kraliyet iktidarının, aristokrasinin ve burjuvazinin egemenlik için mücadele ettiği ve bu nedenle egemenliğin paylaşıldığı bir çağda ve bir ülkede kuvvetler ayrılığı doktrini hâkim fikir olur ve ‘ebedi yasa’ olarak ifade edilir,”[5] ifadesindeki üzere, tarihsel olarak kuvveden fiile geçtiği andan itibaren burjuva devlet düzeninin evrensel bir normu konumuna dönüşmüştür. Ama sadece söylemde “evrensel”… Egemen kliklerden her biri, kendini yeterince güçlü hissettiği an, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini ayaklar altına alarak “tekçi”liğe yönelmek için pusuda bekler…
Sınıflar arası mücadeleler için geçerli olan bu ilke, sınıflar içi kesimsel çıkar mücadeleleri için de geçerlidir. Yeni anayasa bağlamında yapılan tartışmalarda da, bu açıkça görülüyor.
Özetle, anayasalar baştan aşağı ideolojik metinler olarak sınıf gerçekliğini, sınıf çelişkilerini gizlemeye çalışırlar. Toplum sınıflardan oluştuğu ve toplumsal yaşam temelde bu gerçeklik üzerinde var olduğu hâlde, anayasalarda sınıflardan değil “yurttaşlar”dan söz edilir.
Bugün yürüyen tartışmalarda geçen “ideolojisiz anayasa”, “renksiz anayasa” kavramları, işin esasına indiğimizde temelsizdir. Gerçekte “ideolojisiz anayasa” ile kastedilen ise burjuva liberal ideolojinin egemen olduğu bir anayasadır.
Söz konusu duruş, anayasaları birer “toplum sözleşmesi” olarak sunar. Toplumu oluşturan bireyler karmaşık toplumsal yaşantıyı düzenlenmek için bir araya gelerek “toplum sözleşmesi” oluştururlar. Bu çerçevede bazı haklarından feragat edip, bunları devlete devrederler.
Ancak bunlar birer safsatadır. Gerçekte devletler böylesi bir sözleşmeyle değil, kuvvetle, zorla, güç mücadelesiyle kurulur ve yıkılırlar. Devlet yönetimine esas olan kurallar, yani anayasalar da egemenliğe sahip olanların iradesini dayatmasıyla oluşturulur. Üretim araçlarının özel mülkiyetine sahip olan burjuva sınıf egemendir ve onun istediği olur. Hiçbir burjuva anayasada söz gelimi üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yasak olduğu ya da başkasını çalıştırarak onun emeğinin ürününe el koymanın yasak olduğu yazabilir mi? Elbette hayır!
* * * * *
Kapitalizm doğası gereği krizler, savaşlar ve istikrarsızlık ürettiğinden, genel olarak kapitalist ülkelerin büyük çoğunluğunda ciddi mücadeleler ve değişimler yaşanmış, buna bağlı olarak da defalarca yeni anayasalar ya da anayasa değişiklikleri yapılmıştır. Örneğin ABD’ye göre çok genç bir cumhuriyet olan Türkiye’de de dört kez yeni anayasa yapılmış (1921, 1924, 1961 ve 1982) ve bu anayasalarda da sayısız değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Yani burjuva anayasaların kutsal metinler olmayıp, aksine somut sınıf mücadeleleriyle belirlenen metinler olduğu düşüncesini kanıtlamaya yetmektedir. Veciz şekilde ifade etmek istersek, gerçekte en yüce yasa sınıf mücadelesi yasasıdır.
* * * * *
Bunlar böyleyken!
“Yeni bir anayasa yapmak ‘devlet yetkisi’ kapsamında”[6] deyip, emek cephesini “es” geçerler. Ya da sapla samanı karıştırıp, “Yeni bir anayasaya ihtiyacı yok, Erdoğan’ın yeni bir anayasaya ihtiyacı var,”[7] ifadesiyle mevcudu, statükoyu savunurlar.
Elbette 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 ve 1793 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Evrensel Bildirileri, 1917 Anayasası gibi, despot iktidarlardan kaynaklanan zulme karşı insanların ve halkın direnmesi ödev olarak tanımlayan belgelere muhtacız.
Direnme hakkının temel varsayımında ezilenler, devletten üstün güçtür. Öyle olmalıdır. Bunu da doğrudan organlar yoluyla kullanmalıdır. Yürütme ve yargı, halkın (yasamanın) verdiği yetkileri (sadece onları) kullanmakla görevlidir.
Bu yetkileri kötüye kullandıklarında (yani kendilerine ait olmayan “sahte” yetkileri sahiplenip, devreye soktuklarında) meşruluğunu kaybedip, emekçilerin direnme hakkıyla yüzleşirler.
Direnme hakkı, “karşı koyarak, reddederek, ayaklanarak” kullanılırken; hukukun egemen sınıfın dayatma aracı olarak kullanılmasının da önüne geçilmiş olur. Malum: Herhangi bir normun gerçek değeri uygulamada görülür ve anlaşılır.
Kaldı ki “yeni anayasa”yı ancak “aslî kurucu iktidar” yapabilir.[8] Bu tarihte de böyledir, böyle olagelmiştir.
Herkesin malumudur: Aslî kurucu iktidar, daha önceden konmuş hiçbir hukuk kuralı ile bağlı ve kayıtlı olmaksızın, bir devleti kuran, ona hukuki/ siyasi statüsünü ve anayasayı ilk kez, ya da yeniden yapandır. Tam da bunun için aslî kurucu iktidar, yeni bir hukuk düzeni oluştururken eski hukuk düzeninin ortadan kalktığı ya da hukuki bir boşluk bulunduğu varsayımına dayanır.
Öyleyse anayasa meselesi, Anayasa’nın ilk dört maddesine el sürülemez diyen bir mantık(sızlık)la konuşulamaz!
* * * * *
Coğrafyamızın elbette bir anayasa “derdi” var. Bunun “Nasıl bir anayasa” meselesini yanıtlamak yanında; toplumsal ve siyasi iklim/ zemin” ile ilişkisini gölgelemeden elbette…
Bu bağlamda 1 Mayıs, Can Atalay, Kobané ve Gezi Davası, basın özgürlüğü, akademinin hâli ile benzerleri meydandayken; sorunu artık zemini kalmayan sivil/ askeri anayasa ya da tüm sorunları anayasaya bağlama veya anayasa yapmayı metin tartışmasına indirgeme tuzaklar(ın)a düşmemek gerek.
Böylesi bir tutum devletin kapitalist niteliğini/ ilişkilerini görünmez kılmaktadır.
İktidar cephesinin, özellikle de Tayyip Erdoğan’ın “yeni anayasa” talebi, “darbe anayasasından kurtulmalıyız” kisvesiyle tezgâhlanıyor. “Kürt-Türk İttifakı” ve “Yeni Ulus Devlet” söylemiyle de allanıp/ pullanıyor.
Tayyip Erdoğan’ın “Darbe anayasasından kurtulmayız,” sözü bir maskeleme manipülasyonuyken; Devlet Bahçeli daha açık konuşuyor: “Devletimizin kuruluş ilkelerini, cumhuriyetin temel niteliklerini koruyan, çatısının başkanlık sisteminin ana ilkelerince örüldüğü, milli ve katılımcı, kapsayıcı demokratik yeni bir anayasa ile…”[9]
Bu zaten “eski”si değil mi? “Yeni”si ne ve nerede?!
Ertuğrul Kürkçü’nün, “Erdoğan yönetimi anayasal normları araçsal bir şekilde kullandı; Anayasa Mahkemesi kararları dahi uygulamaktan imtina edildi (örneğin: Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları). Bu dönem, ‘anayasal devrim’ değil, ‘anayasal gerileme’ (constitutional regression) olarak literatürde tanımlanabilecek bir süreçtir,”[10] vurgusuyla eklediği gibi, “Erdoğan kararlı. Bulduğu her kürsüden ‘yeni Anayasa’ diye bağırmaya devam edecek. Kendi tabiriyle ‘Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtarmak’ ona göre ‘milli bir görev[miş]. Evlatlarımıza (!) […] siviller eliyle yapılmış yeni bir Anayasa borcu var[mış],’ ve ‘bu borcu ödemek için çalışmaya devam [edecekmiş].’ Gerçi, bu borcu ‘ödemeye’ Erdoğan’ın gücü yetmez, yetmiyor. Her şeyden önce, yürürlükteki Anayasa, evet, değiştirilmesine izin veriyor ama, mevcudu tamamen ortadan kaldırarak, yerine, onun iddia ettiği gibi bambaşka bir Anayasa geçirilmesine, yani kendisinin ilgasına imkân vermiyor.”[11]
“Nihayet her toplum/ hukuk siyaset/ hukuk tartışmasında olduğu gibi ‘yeni anayasa’ tartışması bir kez daha önümüze gelirken aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki insanlığın tarihsel kavgasının bağlamı özgürlüktür ve tarihin binlerce kez ispat ettiği gibi, […] ‘devlet’ ve ‘özgürlük’ kavramlarını bir araya getirmek kadar saçma bir şey olamaz. Devlet olduğu sürece özgürlük diye bir şey yoktur. Özgürlük olduğunda da devlet olmayacaktır.”[12]
Yeri geldi tekrarlayalım: Anayasa bir devletin kuruluş yasasıdır. Yeni bir anayasa yapmak yeni bir devlet kurmaktır. Bu nedenle yeni anayasa ancak olağanüstü koşullarda yapılabilir.[13] Olağan koşullarda birileri istedi diye “yeni anayasa” yapılamaz; sadece restorasyon gereksinimlerine göre düzenlenir!
* * * * *
Durum buyken, bugün iktidar blokunun kendi kendini tasfiye etmesini beklemek ne kadar gerçekçiyse bu iktidarla uzlaşarak demokratik bir anayasa yapılması beklentisi içinde olmak da o kadar gerçekçidir!
Kaldı ki biz bu filmi daha önce izledik: Mayıs 2004’te Anayasanın 10. maddesine “Devlet, kadın ve erkek eşitliğini hayata geçirmek için gerekli tedbirleri alır,” ibaresi girdi. Bu ekleme ile övünen AKP’nin 20 senede toplumsal cinsiyet eşitliğinde, erkek şiddeti rakamlarında coğrafyamızı getirdiği vaziyet ise ortada!
Hâl bu ve benzerlerindeki üzere tam da böyleyken “yeni anayasa”dan bahsedilmesi ne mümkün??!
Elbette birileri için “mümkün”! “Nasıl” mı? Mesela mevcut anayasanın 101. maddedeki “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir,” maddesi ile derdi olanlar için!
Özetin özeti: “Yeni Anayasa” kapitalizm ile Saray’ın can simidiyken; güncel anayasa tartışmaları[14] nafiledir; ölmüş atı kırbaçlamaktır!
25 Eylül 2025 21:25:54, İstanbul.
N O T L A R
[*] Avrupa Demokrat, Eylül 2025…
[1] Thomas Bernhard
[2] Friedrich Engels, Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi, çev: Selahattin Hilav, Sosyal Yay., 1964
[3] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘Yeni Anayasa’ya Eski(meyen) Dersler!”, Devrim Yolunda Kurtuluş, No:3, Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:120, 8-16 Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:121, 23-31 Ekim 2007; Devrimci Demokrasi, Yıl:6, No:122, 10-16 Kasım 2007… Atılım, Yıl:2, No:2007 42 (179), 20 Ekim 2007… Mücadele (Almanya), No:198, Ekim 2007… ii) Temel Demirer, “… ‘Anayasa’ Söylencelerinin Aslı Astarı”, Kaldıraç, No:128, Ocak 2012… İpek Yolu Gazetesi (Van), 14 Ocak 2012; İpek Yolu Gazetesi (Van), 16 Ocak 2012; İpek Yolu Gazetesi (Van), 17 Ocak 2012… Mali Müşavirler Muhasebeciler Derneği Ankara Şube Bülteni, Yıl:35, No:66, Ekim-Aralık 2011; iii) Temel Demirer, “Demagoji Değil, Ezilenlerin Anayasası”, Kaldıraç Dergisi, No:275, Haziran 2024… iv) Temel Demirer, “Anayasa, Başkanlık Sistemi ve Laiklik”, Arasöz Dergisi, Ağustos 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/08/anayasa-baskanlik-sistemi-ve-laiklik.html v) Temel Demirer, “… ‘Diyalog’ ve ‘Hoşgörü’den Çok Özgürlüğe Muhtacız!”, Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:184, 24 Ağustos 2011… vi) Temel Demirer, “Örtünmek ya da Örtünmemek İçin Topyekûn Özgürlük(ler)”, Rojnameya Newroz, Ocak 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/01/ortunmek-ya-da-ortunmemek-icin-topyekun.html vii) Temel Demirer, “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!”, Kaldıraç Dergisi, No:188, Mart 2017…
[4] Abdi İpekçi, Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü, İş Bankası Yay., 2010, s.198.
[5] “Egemen sınıfın fikirleri her çağda egemen fikirlerdir, yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda onun egemen entelektüel gücüdür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder, böylece genel anlamda zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların fikirleri ona tabi olur. Egemen fikirler, baskın maddi ilişkilerin, fikir olarak kavranan baskın maddi ilişkilerin ideal ifadesinden başka bir şey değildir.”
“Kendisini, kendisinden önce egemen olanın yerine koyan her yeni sınıf, yalnızca amacını gerçekleştirmek için, çıkarını toplumun tüm üyelerinin ortak çıkarı olarak temsil etmek, yani ideal biçimde ifade etmek zorundadır: fikirlerine evrensellik biçimi vermek ve onları tek rasyonel, evrensel olarak geçerli fikirler olarak temsil etmek zorundadır.” (Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.)
[6] Bülent Serim, “Yeni Anayasa Konusu”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2024, s.2.
[7] Mehmet Ali Güller, “Anayasa Bu Kez Erdoğan’a Uydurulmamalı”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2024, s.7.
[8] Prof. Dr. Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 12. baskı, Kasım 2007.
[9] “Bahçeli’den ‘Terörsüz Türkiye’ Çağrısı: Sorumluluk Herkesin”, 31 Mart 2025… https://www.odatv.com/guncel/devlet-bahceli-turkgun-yazisi-terorsuz-turkiye-cagrisi-120092698
[10] Ertuğrul Kürkçü, “AKP ile Anayasa?”, Yeni Yaşam, 29 Mayıs 2025, s.10.
[11] Ertuğrul Kürkçü, “Temizliğe Cumhurbaşkanlığından Başlamadıkça…”, 30 Mayıs 2024… https://yeniyasamgazetesi5.com/temizlige-cumhurbaskanligindan-baslamadikca/
[12] Ertuğrul Kürkçü, “Yeni Anayasa Kime Lazım?”, Yeni Yaşam, 2 Mayıs 2024, s.3.
[13] Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, 2015, s.44
[14] Bkz: https://serdargunes.wordpress.com/2011/12/03/turkiyede-anayasa-tartismalari/