1990’lı yılların başlarından itibaren Alevi ve Bektaşi toplumunun örgütlenmesiyle birlikte bir çok yazılı kaynak da su yüzüne çıktı, çıkarıldı. İlgili yazılı materyallerde, o zamana kadar Alevilerin hiç bilmediği, duymadığı yeni bilgilerle karşılaşıldı. Bu yazılı metinler arasında Alevilerin “Yedi Ulu Ozanı” olduğu bilgisi, başlarda hiç sorgulanmadan, eleştirilmeden olduğu gibi kabul gördü.
Konu üzerinde özellikle üniversite çevrelerinde sözde akademik makaleler yazıldı. Kitap çalışmalarında konuya özel bir yer verildi. Üniversitelerde, Uluslararası sempozyumlar gerçekleştirildi. Zaman geçtikçe bir “kar topu” gibi elden ele büyütülerek, kocaman “kardan adama” dönüştürüldü. Yedi ulu ozanın hayatı ve eserleri köpürtülerek, Alevi toplumu içerisine “sızdırılan abartılar,” sanki “gerçekmiş” gibi dillerde pelesenk oldu.
O da yetmedi! Bu “yedi şairin, ozanın, ulunun” etnik kimlikleri üzerinden Aleviler içerisinde yeni “Türkçülük” akımları bile geliştirildi. Bu yedi ozan, yaşadıkları çağda sanki şimdiki Türkçeyi konuşmuş”, hatta “Türkçenin öncüleri” olarak ele alındı. Türkçe üzerinden “Aleviliğin bir Orta Asya dini”, yada “Anadolu’daki halk Müslümanlığına” kaynak gösterildi. “Peki kimdir bu “yedi ulu ozan? Yada ilk defa hangi yazılı kaynakta yer almıştır?” Sorusuna kısaca temas etmeliyim.
“Yedi Ulu Ozan” tabiri, ilk defa Abdülbâki Gölpınarlı ile Pertev Naili Boratav’ın birlikte kaleme aldıkları bir çalışmada kendisini göstermektedir. Yazarları tarafından 1943 yılında yayımlanan “Pîr Sultan Abdal” kitabında yer almıştır. Bu eserin yeni baskılarında; “Alevi – Kızılbaşlar yedi tane büyük şair tanırlar: Nesimi, Fuzuli, Hatayi, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Yemini, Virani” (Gölpınarlı-Boratav, 2010: 9) diye belirtirler.
Daha sonraları muhtemelen 1974 yılında, A. Celalettin Ulusoy tarafından (özel yayını, matbaasız ve tarihsiz) yayımlanan “Yedi Ulular” adlı kitapta, bu şairler hakkında kısa bilgiler ve kasideleri-nefesleri verilmiştir.
Peki neden “yedi ozan” da, 12 değil? Çünkü Alevilerin bir çok ozanı varken, neden sadece farklı tarihlerde (14.16. yüzyıllarda) yaşayan bu “yedi ozandan” söz edilmiştir? Sorusunun cevabı, kanımca büyük bir önem arz etmektedir. Söz konusu incelediğim yazılı sözde akademik makalelerin, kitapların hiç birinde, ne bu soru sorulmuş ve nede ki bu sorunun cevabı aranmıştır. Tarihsel arka plana baktığımızda bu sorunun cevabını bir tek Kabe’de bulabiliyoruz. Şöyle ki;
Arapların Yedi Büyük Şairi
İslamiyet’ten önce, Arap toplumunun önde gelen “7 Şairi” vardı. Bunların yazdıkları şiirleri, Kabe duvarına asılır ve oraya gelen ziyaretçiler bu şiirleri okurlardı. Bu şiirler, ayet niteliğinde insanlara öğüt veren yazılı metinlerdi. Bu vesileyle Kabe duvarına asılan şiirlere, Muallakât (değerli şey, dizili inciler vs.) yada Seb’iyat (yediler, yedi kaside) anlamına gelen “7 askı” adı verilmekteydi (Tekin, 2013). Hatta İslamiyet’in ilk dönemlerinde devam eden bu gelenek, gelen ayetlerle daha sonraları bunlar yasaklandı. Konuyla alakalı bazı ayetler ise şunlardır: Enbiyâ 5, Şuarâ 224, Sâffât 36, Tûr 30, vs..
Aleviler Yutturulan Yedi Ulu Ozan?
Büyük olasılıkla Abdülbâki Gölpınarlı ile Pertev Naili Boratav, 1943 yılında yayımladıkları “Pîr Sultan Abdal”kitabında (sayfa 17, 18) Arapların bu “7 Şairi” nden esinlenerek Alevi, Bektaşi topluluğuna “Yedi Ulu ozan” hediye edilmişler. Daha sonraları Gölpınarlı’nın 1953 yılında yine kaleme aldığı “Pir Sultan Abdal-Hayatı Sanatı Eserleri“ adlı çalışmasında “Aleviler tarafından yedi büyük şairin biri sayılan Pir Sultan Abdal..” (Gölpınarlı, 2005: 6) diye tek cümleyle söz ederek, 1943 yılında Boratav ile birlikte kendi buluşu olan “yedi ulu ozan” a atıfta bulunur.
Alevi ve Bektaşiler Yedi Ulu Ozanla Yeni Tanıştılar
Örneğin 1990’lı yıllara kadar Dersim’de “yedi ulu ozan” söylemine asla rastlanmaz. Bu söylem üzerinden, onlara övgüler dizilmez, tartışmalar yürütülmez. Dahası bu coğrafyada çoğunun adı, şanı bile bilinmez. Zira bu tarihe kadar Dersimliler; yedi ulu ozan diye bir kategorik bilgiye sahip değiller.
Muhtemelen Dersim dışındaki diğer Kürt Alevileri ve hatta Bektaşiler içerisinde de yedi ulu ozanı tanıyan-bilen yoktu. Ama gelin görün ki; şimdilerde istisnasız herkes (kurum yetkilileri, inanç önderleri, tv konuşmacıları vs.) Gölpınarlı ve Boratav’ın kuyuya attıkları bu taşın izini hala sürmekteler. Örneğin Wikipedia sayfasındaki Fuzûlî maddesinde Onun, “Alevi Müslümanların Yedi Ulu Ozanlarından biri olduğu” kaydı, özellikle yer almaktadır. Evet “Alevi Müslümanların Yedi Ulu Ozanlarından biri: Fuzûlî”
Mesela Pir Sultan Abdal ile ilgili basılı ilk eseri, 1929 yılında Türkiyat Enstitüsü yayınları tarafından basılan Sadettin Nüzhet’e (Ergun) ait “XVII. nci Asırda Saz Şairlerinden Pir Sultan Abdal” adlı kitapta böyle “yedi ulu ozanlardan Pir Sultan” tabirine rastlanmaz. Bu da gösteriyor ki; ilk defa Alevi ve Bektaşilere bu “yedi ulu ozanı; Gölpınarlı ve Boratav armağan etmişlerdir. Oysa ki; hakikatin sırrında, bu bilgi bir uydurmadır. Zira Alevilerin değil yedi ozanı; yüzlerce ozanı, filozofu vardır. Alevi Ozanları sadece bu yedi ozana indirgenmeyecek kadar çoktur.
Fuzûlî Kimdir?
Şimdi bu kısa arka plan notundan sonra, söz konusu yedi ulu ozanlar içerisinde Fuzûlî’nin kısa biyografisini, sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Dolayısıyla Alevilerin ve Bektaşilerin yedi ulu ozanı olarak tanıtılan, lanse edilen bu ünlü Divan şairinin Alevilerle ne kadar ilgisi olduğu hakkında az da olsa bir ön bilgiye sahip olacağımızı düşünüyorum. Başlayalım:
Gerçek adı, Mehmet oğlu (bin) Süleyman’dır. 1480 yada 1494 yılında Bağdat’ta doğmuş, 1556 yılında Kerbela’da vefat etmiştir. Mezarı, Kerbela’dadır. Mehmet bin Süleyman adını kullanmak istemediğinden, kendisine bir mahlas isim aramış ve en sonunda çevresinde hiç bir şairin, ileri gelen şahsiyetin kullanmadığı ve kullanamayacağı “Fuzûlî” mahlasını kendisine uygun görmüştür. Fuzûlî adının bir anlamı “ulûm ve fünûn vezninde fazlın (erdemlilik, olgunluk) çoğulu olduğu gibi, ikinci anlamı da halk dilinde “fodul, edebe aykırı hareket eden, arsız” demektir (Mazıoğlu, 1992: 4). Fuzûlî, yazdığı şiirlerinde Kur’an ve hadis yorumlarına örtük göndermelerde bulunur. Yine tefsir ilmi (Kur’an ve Sünneti temel alan) bilgiler ışığında metinler, kasideler kaleme almış, mümin bir Müslümandır.
Fuzûli’nin Etnik Kimliği ?
Onun etnik kimliği üzerinde bir çok farazi tartışmalar, her zaman için yapılmıştır. Onun; farklı dillerde yazdığı divanları, mesnevileri, kasidelerinde vermiş olduğu dilsel izlenimler doğrultusunda “Arap, Farsi, Azeri Türkü ve Kürt olduğuna” dair iddialar ve bu iddialara ilişkin çeşitli kanıtlar da bulunmaktadır (Karavelioğlu, 2020: 52).
Fuzûlî eserlerini Farsça, Arapça ve Azeri Türkçesiyle yazmıştır. Son yıllarda ulaşılan bir kaç kasidesinin Kürtçe yazıldığına dair ciddi iddialar da vardır (Temo, Bayrak, 1997, 2020). Bununla birlikte Bağdat ve çevresinde yerleşik yaşayan Kürt Bayat aşireti mensubu olduğuna ilişkin tezler ileri sürülmüşse de, Onun Türkmen boylarından Bayat aşiretine mensup olduğu da karşı tez olarak dillendirilmiştir (Karavelioğlu, 2020). İşte burası biraz muallaktır. Ve fakat Onun hakkında yazılan eserlerde, daha çok bir “Türk yada Azeri Türkü” olduğu kabulü şimdilik ağırlık kazanmaktadır.
Fuzûli Hangi Mezheptendir?
Fuzûlî’nin hangi mezhepten olduğu da sürekli gündeme gelmiştir. İslam hanesi içerisinde Onun Şii mi yoksa Sünni mi olduğu da sıklıkla tartışmalara konu olmuştur. İmam Ali’den önceki üç İslam halifesine olan derin bağlılığı; Onlar hakkında Arapça yazdığı kasidelerinde, onlara gösterdiği saygı ve övgüsünden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Sünni İmamlardan Ebu Hanife’yi sürekli övmüş ve şeriata uygunluktan ayrılmamıştır. Yine ünlü Bağdat kasidesinde, övdüğü İmam Azam’ı methiyelerle göklere çıkarmıştır (Karavelioğlu; 2020).
Fuzûlî’yi, Şii gösterenlerin başında Fuat Köprülü, A. Gölpınarlı gelir: İmam Ali için yazdığı kasidelerle, Onun bir Şii olduğuna hükmedilir (Karavelioğlu; 2020). Fakat ne hikmetse, Onun Halife Ebubekir, Ömer ve Osman için yazdığı övücü kasidelerden nedense asla söz edilmez. Türkiye’de bu alan, özellikle Alevi ve Bektaşiler cenahında sürekli sansürlenir. Zira O; dört İslam halifesi için Farsçada dile getirilen “çâr-ı yar < dört dost” kasideleri yazmış, hepsini saygıyla anmıştır.

Fuzûlî ve Kanuni Sultan Süleyman?
Kanuni Sultan Süleyman 1534’te Bağdat’a girdiği zaman, Fuzûlî ile tanıştır. Bağdat’ın fethini gerçekleştirdiği için Fuzûlî, bu duruma sevinir. Öyle ki; “Geldi burc-ı evliyâya pâdişâh-ı nâmdâr < Şanlı padişah evliyalar şehrine (Bağdat’a) geldi” adlı kasidesiyle Osmanlı Padişahını över. Örneğin bir beytinde Kanuni Sultan Süleyman’ın adaletini ve dinini gözetmesini övgüyle anlatırken şöyle metheder;
Şeh-i dünyâ vü dîn Sultân Süleymân şâh-ı âdil-dil
Rızâsın saklayan hem din ü hem dünyâ kılar hâsıl
Yani:
“Dünyanın ve dinin padişahı, adil ve cömert gönüllü Sultan Süleyman, (Allah’ın) rızasını elde tutmayı başaran kimse hem dinini hem de dünyasını kazanır (mutlu olur)”. “Allah’ın rızasını kazanan, koruyan kişi hem dinini (ahiret mutluluğunu) hem de dünyasını (dünya nimetlerini ve refahını) elde eder” anlamına gelir.
Kendisinin ne iş yaptığını soran Kanuni’ye “Efendim bendeniz aciz kulunuz. Şiir yazarım. Aynı zamanda da Hz Hüseyin’in türbedarlığını yaparım” der.
Yaşadığı zamanın ve mekanın sosyolojisiyle siyasi-politik bir çizgide yol almaya çalışan Fuzûlî, öyle anlaşılıyor ki, her zaman kişisel çıkarları gereği davranmıştır. Aslında kalbi İmam Ali ve ailesinin yanında iken, kişisel çıkarlarının ise Osmanlı sarayında olduğu izlenimini vermektedir. Zira bir tek Osmanlı padişahı Kanuniye duacı değil, aslında o bütün saraylılara ve hatta Bağdat valilerine bile duacı olup kasideler yazmışsa da, geç de olsa onlardan değer görmediğini düşünmektedir.
Fuzûli’ye Bağlanan Osmanlı Maaşı?
Kanuni, hizmetleri karşılığında Fuzûlî’ ye, Bağdat Vakıflar İdaresinden verilmek üzere günlük 9 akçe maaş bağlar. Fakat O, verilen parayı az bulmakla birlikte, kabul eder. Kanuni’ye duacı olur. Osmanlı idaresinde bu tür uygulamalar daha çok Padişaha özel olarak inzivaya çekilip duacı olan yaşlılara verilirdi. Fuzûlî, Osmanlı Padişahı Kanuni başta olmak üzere, çocuklarına, Osmanlı paşalarına ve ileri gelenlerine de övücü kasideler yazmıştır. (Gölpınarlı, 2005: X X X I).
Fakat ne ilginçtir ki, Fuzûlî kendisine bağlanan bu paranın ödenmesinde zaman zaman yaşanan aksaklıklar sonucunda, bilinen ünlü mektubu “Şikâyetnamesi” ile memnuniyetsizliğini, İstanbul’a, Bab-ı ali’ye bildirir. Mektupta “Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar” sözü, günümüzde hala sıklıkla dile getirilir. Fakat daha sonra maaş hususundaki güçlüklerin giderilerek, günlük istihkakın bir süre gecikmeyle de olsa, kendisine verilmiştir (Karavelioğlu, 2020). Yani Yedi Ulu Ozan diye Alevi ve Bektaşilere yutturulan Fuzûlî, Osmanlı devletinde maaş almıştır.
Fuzûlî; Osmanlı Devletinden Maaş Aldıysa, Alevi ve Bektaşi Dedeleri de Diyanetten Alabilir-mi?
Cemal Şener, 2009 yılında kaleme aldığı ilgili makalesinde, Osmanlıdan maaş alan Fuzûlî’nin ve yine 1700’lü yıllarda Osmanlıdan para alan Bektaşi tekkelerinin bu durumunu, gayet normal karşılamaktadır. Aleviler arasında devletten, diyanetten maaş alınıp-alınmaması hususunda sürekli yürütülen tartışmalara, bu konuları örnek göstermekte ve makul davranılması gerektiğini salık vererek, para alınmasını ima etmektedir (Şener, 2009: 3-24). Ona göre Fuzûlî Osmanlı devletinden maaş aldıysa, Alevi ve Bektaşi dedeleri de diyanetten maaş alabilirler? Bunun kabul edilebilir hiçbir tarafının olmadığını, yeri gelmişken ayrıca belirtmek isterim.
Son Söz Yerine:
Sonuca gelmişken, birkaç özlü cümle kurmakta fayda görmekteyim. Alevilerin ve Bektaşilerin tarihin hiçbir sayfasında sadece “Yedi Ulu Ozanı” olmamıştır. Bu bir uydurmadır. Yedi ozanın içerisinde yer alan Fuzûlî’nin bu kısa yaşam öyküsünde, görüldüğü gibi ne kadar zik-zaklar çizdiğine tanıklık ederek, bunu bir kenara not etmeliyiz.
Yine Onun yaşadığı zemin ve zamanda, duruma göre nasıl mevzi aldığına tanıklık ettik. Bugün hala bile Aleviler arasında tartışılan “Devletin Alevisi olmayacağız! Devlette, Diyanete bağlanmayacağız! vs.” tartışmalarını, Fuzûl3ı’nin; Osmanlıyla geliştirdiği bu derin ilişkiler çerçevesinde bir kes daha ele alıp düşünmemiz gerekmektedir. Fuzûlî’den “Alevi ve Bektaşi şairi, ulu ozanı” çıkarmak, günümüz çağdaş Alevi düşüncesiyle asla ve asla bağdaşmamaktadır.
Alevi ve Bektaşilerin sadece yedi ulu ozanı yoktur! Buna karşın tarihte ve çağdaş günümüzde isimli-isimsiz yüzlerce Alevi ozanı, filozofu vardır. Öte yandan söz konusu bu yedi ozanın muallak-tartışmalı olan etnik kimlikleri üzerinden “Türkçülük” yapmak, bu inancın genleriyle oynamaktır. Zira Fuzûlî dışında, isimleri zikredilen diğer altı ozanın, 1300-1600’lü yıllardaki etnik kimliği, günümüz dünyasındaki gibi belirgin olmadığı gibi, Onların; kavmiyet üzerinden Yol akmadıklarını da asla unutmamalıyız.
Hak ile kalın!
Kaynaklar:
Bayrak, Mehmet, (1997) “Alevilik ve Kürtler, Özge yayınları Wuppertal,
Bayrak Mehmet, ”İçtoroslar’da Hakikatçi Alevilik” Ekpolitika, 7 Mart 2020, Sayı: 276
Gölpınarlı, Abdulbaki, (1953) “Pir Sultan Abdal- Hayatı Sanatı Eserleri“ Varlık yayınevi Ankara,
Gölpınarlı, Abdülbâki – Boratav, Pertev Naili (2010) “Pir Sultan Abdal” Derin yayınevi, İst.
Gölpınarlı, Abdûlbâki (2005) ”Fuzûli Divanı“ İnkılap yayınları İst
Karavelioğlu, M. Ali, 2020) “Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın Fuzuli, Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti Adlı Eseri“ Divan edebiyatı Sempozyumu, Mayıs 2008 Beykoz belediyesi Kültür yayınları Prof.Dr.AbdlkadirKarahannFuzuliMuhitiHayatveahsiyetiAdlEseri.pdf Erişim tarihi 28.9.25.
Mazioğlu, Hasibe (1992) “Fuzûlî ve Türkçe Divanından Seçmeler”, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Şener, Cemal, “Fuzûli’nin Osmanlı’dan Maaş Aldığını Biliyor muydunuz*” Karaca Ahmet sultan Dergisi Şubat 2009, sayı: 75 sayfa: 23-24.
Tekin, Arif (2013) “Bilinmeyen Yönleriyle Kur’an (Kur’an’ın Kökeni-2) Berfin yayınları
Temo; Selim, ”Fuzûlî’nin ‘Kürtçe’ şiirleri“Fuzûlî’nin ‘Kürtçe’ şiirleri, erişim tarihi 29.9.25.
Ulusoy, A. Celalettin (1974) “Yedi Ulular” Özel yayın