Sınırdan Gelen Zehir: Metsamor Nükleer Santralı

Sınırdan Gelen Zehir Metsamor Nükleer Santralı

Metsamor Nükleer Santrali Ermenistan’daki 33 nükleer santralden birisi. 1976 yılında faaliyete giren santral Ermenistan’ın enerji ihtiyacının yüzde 27’sini karşılıyor. Dünyanın en  eski teknolojisine sahip santral Iğdır iline 30 km uzaklıkta.

Coğrafik yapısı ve çarpık kentleşme yüzünden Avrupa’nın eski kirli şehri seçilen Iğdır sınır ötesinden gelen zehir yani Metsamor Nükleer Santrali’nden yayılan radyasyon yüzünden daha da kirleniyor ve hastalık saçıyor.

Türkiye Çevre Platformu Danışma Kurulu Üyesi Mehmet Nuri Taşdemir santral hakkında şu bilgileri veriyor:

“Ermenistan ve Türkiye sınıra 15 km uzaklıkta olan Metsamor nükleer santrali Iğdır iline ise 30 km uzaklıkta. Dünyadaki en eski teknolojiye sahip birkaç santralden biri olan Metsamor Çernobil ile aynı teknoloji ve risklere sahip. Dünyada bu tarz santraller artık kullanılmıyor. Bu tür santrallerin ömrü teknolojik olarak 25 senedir fakat Metsamor 1976 yılından beri faaliyette. Planlamış ömrünü 2005 tamamlayan santral protestolar sonucu 1988 yılında kapatılsa da enerji krizinden dolayı kısmı iyileştirmelerle 1993 yılında tekrar aktif hale getirildi. Ermenistan, Avrupa Birliği’ne verdiği birinci taahhüdü yerine getirmediği gibi ikinci taahhüde de 2026  yılı için tarih vermiştir. Oysa ki uzatılan her dakika bölge üzerine saçılan hastalık demektir”.

Santralın kapatılmamasının sebebini Ermenistan’daki mevcut ekonomik yapıya,  Ermenistan’ın komşu ülkelerle olan ilişkilerin kopukluğuna bağlayan Taşdemir, içe dönük ekonomiye ve toplum yapısına da dikkat çekiyor.

Bundan dolayı santrala Ermenistan’da fazla tepki gösterilmediğini söyleyen Taşdemir, santralin zararlı için şunları söylüyor;

Mehmet Nuri Taşdemir

‘Bölgede bu santralin verdiği zararlara gelecek olursak, özelikle 850 rakımlı Iğdır ili etkileniyor. İlin coğrafi yapısı ve fiziksel şartlarından dolayı hava sirkülasyonu tam gerçekleşemiyor. Buna bir de Metsamor nükleer santralinin saçtığı radyasyonlu ve kirli hava eklenince bölgedeki bitkiler oksijen üretmekte zorlanıyor. Tabii buna bölgede yapılan barajların yok ettiği oksijeni de eklemek lazım..İnsanlar kadar hayvan ve bitkiler üzerinde de ciddi hasarları var. Bugün bölgedeki istatistiklere baktığımızda başta solunum yolları hastalıkları olmak üzere birçok hastalık baş göstermiştir. Buna örnek olarak en çok kanser hastalıklarını gösterebiliriz. Hayvanlar konusunda da üreme ve üretimdeki düşüşleri gösterebiliriz. Santrallerden nasibi alan başka bir alan da tarım alanı. Bir tarım havzası olan bölgede tarımdaki üretimin de azaldığı söylenmekte”.

Bölge halkının Karadeniz ile aynı kaderi yaşamak istemediğine vurgu Taşdemir, duyarlılık çağrısında bulunuyor;

“Bu santral Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izleniyor fakat Türkiye bu konuda çaresiz kalıp müdahale edememekte. Burda görev Avrupa Birliği ve dünya kamuoyuna düşüyor. Bilindiği gibi aynı teknolojik özelliklere sahip Çernobil nükleer santralinin 1986 yılında patlamasıyla özellikle Karadeniz’in sahil kesimlerinde birçok insanımızda kanser hastalıkları mevcut olmuştur. Aynı kaderi yaşamak istemeyen bölgenin bilinçli ve imkanı olan insanları bölgeyi terk edip batıya göçüyorlar. Özellikle 850 rakımlı Iğdır ili coğrafi konumu nedeniyle havadaki tüm kötü moleküllere maruz kalıyor. Bundan dolayı da tüm  çevrelere duyarlılık çağrımızı yineliyoruz”.

Bağımsız denetçilere ihtiyaç olduğunu söyleyen eğitimci ve DOĞ-ÇEP üyesi Zeynep Balamir Ateş;

“Sınıra yakın köylerde kanser hastalığının yayılmasına neden olduğu söyleniyor ama Iğdır Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü yaptıkları ölçümlerde böyle bir bulguya rastlamadıklarını söylüyorlar. Kanımca bağımsız denetçiler tarafından analiz edilip ölçülürse daha sağlıklı sonuçlar ortaya çıkar. Sonuçta bizim kadar Ermenistan’ı da etkiliyor” sözlerinden sonra:

“Iğdır’daki hava kirliliğini tamamen Metzamor Nükleer Santrali’ne bağlamak doğru olmaz. Çünkü  Iğdır’ın coğrafi yapısının alçak ve çanak şeklinde bir ova oluşu, etrafın kapalı oluşundan dolayı hava hareketlerinin kısıtlılığı ve buna ek olarak  çarpık kentleşme de katkı sağlıyor. Ama bu durumun bu eski santralin verdiği zararı yok sayamaz” şeklindeki sözleriyle birlikte şu çağrıyı yapıyor:

Zeynep Balamir

“Önce ülkemizdeki bu tür santral ve ocaklar için bir kamuoyu oluşturup daha sonra sınır ötesinden gelen bu tür tehlikelere karşı çıkarak hızlı bir şekilde dünya kamuoyuna da seslenerek,  bu tür santrallerin insan sağlığına ve doğaya verdiği sınırsız zararları ortadan kaldırmak için derhal harekete geçmelerini ve bu anlamda ülkeleri yönetenler üzerinde baskı oluşturmalarını talep edebiliriz Çünkü bu önce dünyanın sonra bizimle birlikte bütün canlıların yaşaması için en önemli konudur”.

Avukat Şaziye Cantepe başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere herkesin çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi konusunda sorumlu olduğunu hatırlatarak haklarımızı şöyle açıklıyor:

“Üçüncü kuşak dediğimiz hakların ihlali karşısında basın açıklamaları, eylem ve etkinlikler yapabileceğimiz gibi hukuki yollara da başvurabiliriz. Maalesef bu kuşak haklar  kanunda yeterince yer bulmasa da var olan Anayasal haklarımızı kullanabiliriz. Anayasal hakların başında adil yargılanma, yaşam hakkı, herkesin dava açabilme hakkı gibi haklar yer almaktadır.  Ekosistem haklarını korumak için ayrı bir kanun mevcut değildir. Bu haklar Çevre Kanununda ve yönetmeliklerde düzenlenmiştir.  Çevre Kanunu’nun 3. maddesinde; “Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.”

Şaziye Cantepe

Yaşadığımız ekosisteme verilen zararlarda her birey dava açma hakkına sahiptir. Zararın meydana geldiğini gören herkes savcılıklar nezdinde suç duyurusunda bulunabilir, açıklama yapabilir. Zarar kişinin kendisine yönelik değilse dahi zararı öğrenmiş olan başsavcılıklar res’en işlem başlatabilir. Ayrıca idare mahkemelerinde de dava açma hakkı vardır. Anayasa madde 125 gereği idarenin her türlü eylem ve işlerine karşı yargı yolu açıktır hükmü yer alır, iptal davaları için menfaat ihlali şartı aranırken yani ekosistemde yaşayıp zarar gören herkes açabilirken ; İdari Yargılama Usul Kanunu  madde: 2 gereği tazminat yani  tam yargı davalarında kişisel bir hakkın  ihlali aranır.

Tabi kanunlar sınırlar getirmektedir. Üçüncü kuşak haklar dediğimiz haklar dünyadaki ekosistem dengesinin hızlı bir şekilde bozulmasıyla son dönemlerde önemli hale gelmiştir. Herkesin bu sistemde yaşadığı ve kirlettiği gibi, herkesin bu sistemi koruması da gereklidir. Dava açma, etkinlik yapma, çevreyi koruma sadece menfaati kişisel olarak zarar gören kişiler değil, menfaati dolaylı olarak etkilenen kişilerinde hakkıdır. Örneğin; Cudi Dağı’ndaki orman yangını, Van Gölü’nün kirletilmesi ve sularının çekilmesi, Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Santrali tehlikesi, Karadeniz yaylalarının talanı sadece bu bölgelerde yaşayan insanları değil tüm ekosistemi etkilemektedir. Dolayısıyla bu felaketler tüm insanlığı etkilemektedir”.

Sınırdan Gelen Zehir: Metsamor Nükleer Santralı

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Munzur Press ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!