Yakın tarihe kadar sadece ‘Yayla kenti’ olarak tarif edilen Bingöl yukarı Fırat bölümünde yer alan, tarihi MÖ 4000-5000 yıllarına kadar dayanan önemli yerleşim yerlerinden biri. Kentte müze olmadığı için arkeolojik kazı çalışmaları pek yapılmıyor. Elazığ Müze Müdürlüğü bünyesinde yapılan sınırlı yüzey araştırmalarında ise önemli bulgular elde edildiği gibi, kentin tarihinin yeniden şekillenmesine neden oluyor. Bu araştırmalardan biri 2019-2020 ve 2021 yıllarında yapıldı. Araştırmayı yapan isim Bingöl Üniversitesi’nden Sanat Tarihçisi Dr. Nebi Butasım. Kentte tarihi eserler ilgili yüzey araştırması yapan Butasım, önemli bir keşfe imza attı. Bu keşif Doğu Roma İmparatorluğunun Pers sınırındaki son garnizonu. Bu garnizonun bulunduğu yer ise Bingöl merkeze bağlı Derê Nazik (İncesu) ve Xırawa bölgesi.
DOĞU ROMA’NIN PERS SINIRINDAKİ SON KALE
Artı Gerçek’e konuşan Sanat Tarihçisi Dr. Nebi Butasım, bölgeye nasıl odaklandıklarını, eldeki verileri ve söz konusu yapının Doğu Roma İmparatorluğunun Pers sınırındaki son garnizonu olduğu sonucuna nasıl vardıklarının detaylarını anlattı. Böyle bir yapının var olduğu bilgisinin Bingöl’de herkes tarafından bilindiğini ancak tarihi, ismi, kimlere ait olduğu bilgisine sahip olmadıklarını anlatan Butasım, “Biz hep küçükken anlatırlardı. Hacılar Cami’sinin taşları Yeniköy, (Derê Nazik) İnce Su köyünden getirildiği söylenirdi hep. Tabi bu söylentiydi sadece. Daha sonra gidip yerinde gördük. O dönem o taşları veren kişilerle görüştük. Gerçekmiş. Gerçekten çok şaşırdık” diye anlattı.
JUSTİNYEN’İN TARİHÇİSİ PROKOPİUS KİTABINDA ANLATTI
Zazaki Derê Nazik, Türkçe ismi ile İncesu köyünde bulunan bu yapı neydi? Orasının Doğu Roma İmparatorluğu’nun Pers sınırındaki son garnizonu olduğu sonucuna nasıl vardılar? Burada olan yapının isminin Roma İmparatoru Justinyen’in tarihçisi Prokopius’ın “Yapılar” kitabında geçtiğini anlatan Butasım, “Prokopius sarayın tarihçisi. Biri ‘Yapılar’ diğeri ise ‘Entrikalar’. Burası Yapılar kitabında geçer. ‘Entrikalar’ kitabında ise Justinyen’in karısının entrikalarından söz ediyor. Prokopius Justinyen dönemine ait yapılardan söz ederken, Justinyen’in Mayafêrqin dediğimiz, Silvan’daki yapıyı tamir ettikten sonra burayı sıfırdan yaptığını söylüyor. Prokopius kitabında kaleden ‘Citharison’ diye söz ederek, ‘Justinyen geldi, burada Citharison diye bir kale yaptı. Ermeni halkı vardı burada. Garnizon komutanı seçti. Gometa Xırawa’dan kaleye kanallarla su getirdi’ diyor. Kitapta geçen Xırawa köyü hala orada. Oradan kaleye” dedi.
AYASOFYA’DAN ÖNCE YAPILDI
Prokopius’un kitabında aktardığına göre ilk önce Bingöl’deki bu yapının yapıldığını anlatan Butasım, ardından Erzurum’daki Theodosiopolis, sonra İstanbul’da Ayasofya’yı yaptıklarını aktardı. Tüm bu yapıları yapan aynı mimar grubu olduğu görüşünde olan Butasım, “İstanbul’da Yerebatan Sarnıcı var. Onları yapan gruptur. Ayasofya dâhil o yapıları yapan gruptur. Önce burayı yapıyor, daha sonra oraları yapıyor. Tabi ilk önce ihtimal vermedik. Araştırma yapınca bu bilgiye ulaştık” dedi.
10 KİLOMETRE UZUNLUĞUNDA SU KANALLARI
Justinyen döneminde Prokopius’un kitabında söz ettiği Xırawa köyü için hala aynı isim kullanılıyor. Xırawa köyünün kalenin bulunduğu Derê Nazik köyünün üst tarafında olduğunu anlatan Butasım, Prokopius’un sözünü ettiği kayalar oyularak yapılan su kanallarının 10 kilometre uzunluğunda olduğu bilgisini verdi. Su kanalları ile kemeri yüzeyde olan su sarnıcına su taşındığını anlatan Butasım, bölgeye gittiklerinde su sarnıcı dahil bölgede çok fazla veri bulduklarını söyledi.
İNGİLİZ ARAŞTIRMACI GARNİZONUN PEŞİNDE
Roma kaynaklarında geçen bu yapı yeni keşfedilmiş olsa da bölgede yapılan araştırma ilk değil. 1970’li yıllarda bir İngiliz araştırmanın da bölgeye geldiğini anlatan Butasım, “Araştırmayı yapan tarihçi Howard-Johnston. Onun bir makalesi de var. Önce Genç’te Kral Kızı Kalesine getiriyorlar araştırmacıyı. Doğu Roma’nın, Bizans’ın böyle Doğu Garnizonu, Pers sınırını koruyan bir kalenin bu kadar küçük olmayacağını söylüyor. Burayı söyleyince geliyor hemen. O zaman bir iki fotoğrafta çekiyor. O çektiği fotoğraflarda iki kulenin hala ayakta olduğu görülüyor. İngiliz araştırmacı buraya ‘Kitarizum’ diyor. Kalenin bulunduğu sırt kısmını Gitara benzeterek, oradan geldiğini iddia ediyor” dedi.
TARİHİ HİTİTLERE KADAR DAYANIYOR
Prokopius’un ‘Citharison’, İngiliz araştırmacının ‘Kitarizum’ ifadesini kullanmasının nedeninin bölgede kullanılan dili bilmemelerine bağlayan Butasım, kelimenin etimolojik kökenine baktıklarında farklı bir durumla karşılaştıklarını söyledi. Howard-Johnston’un ‘Kitarizum’un ‘Kitriya’dan geldiği tezini savunduğunu anlatan Butasım, “Gitarın bir kısmı var ya, bumerang kanadı gibi. Tepe hakikaten ona benziyor. Muhtemelen ismi buradan gelmedir diyor. Ama araştırmalarımızda o bölgenin ta Hitit dönemine kadar gittiğini görüyoruz. Hitit döneminde bile o bölge ‘Xitriya’ diye bir ifadenin olduğunu gördük. Hani orada bizim ‘X’ ile yazdığımız, Zazaların ‘Xa’ ifadesi gibi ‘Xitriya’ ifadesinden geldiğini gördük. Acaba bunlar Xitriya’yı ifade edemedikleri için mi öyle oldu? Bilirsiniz bunlar sonradan Latinceye çevirdiklerinde ‘Xa’yı ‘Kh’ harfi ile yazarlar. Konuyu sorduğumuz filolog hocamız da bizimle aynı görüşte. Kitriya biraz yapıştırma olmuş gibi. Geldiklerinde yöresel bölge dillerini, Zazaca falan bilmedikleri için işin içinden çıkamıyorlar. Burası ile ilgili öyle bir sıkıntı var” diyerek tarihte geçen bölge isimlerinin hala kullanıldığına işaret etti.
ANA KALE, KATLI MEZARLAR VE KULELER
Bölge oldukça geniş bir alan ve yıllarca tahribata maruz kaldı. Savaşlar, yıkımlar, depremler ve en önemlisi define arayanların yarattığı tahribat. Bu tahribata rağmen bölgede araştırma yaptıklarında çok önemli kalıntılarla karşılaştıklarını anlatan Butasım, “Söz konusu yer Derê Nazik yerleşiminin hemen tepesidir. Duvarlar belli zaten. Plan net çıkıyor. Duvarların kalınlıkları, yerde malzeme var. Çanak çömlek parçası dediğimiz parçalar. Özellikle 5 ile 6. Yüzyıl aralığında olan bir çeşit cam vardı. Kadeh ve sürahi yapımında kullanılan yeşilimsi bir renktedir. Onlar yoğun olarak orada var. Bumerangın kenarı gibi bir çıkıntıdır. İç kale 340 metreye 80 metre civarında. Duvarların kalınlığı 3 metre. Kaleden kastımız şehirdir. Sanat tarihi arkeolojide kale derken şehir kast edilir. İç kalede komutanın, üst düzey insanların olduğu ana yerdir. Diğer yerlerde çevresine yayılmış. Doğu tarafında 100-200 metre gidince bazı mezar taşlarını görüyoruz. Köylerin bahsettiği katlı mezar dediğimiz bazı mezar tipi var. Bunlar büyük ihtimalle tebanın, halka ait olanların mezarlar. Kum dökülür, ceset, sonra bir daha kum, bir daha ceset, kum ceset, kum ceset olacak şekilde. Üç ayrı kuleden bahsedilir. Tümseklerini gördük ama kazı yapmadan anlaşılmıyor” diye anlattı.
YER ALTINDAKİ SUTUNLAR
Bölgeye gittiklerinde köylülerin hem su sarnıcı, hem su kanalı ve bölgedeki yapılardan haberdar oluklarını anlatan Butasım, “Biz ilk araştırma yaptığımıza bölge insanı oraya kale demiyorlardı, bir mağaradan bahsediyorlardı. İşte mağaranın çok büyük olduğunu, mağara girenin kaybolduğunu, hatta bir iteneğin kaybolduğu yönünde hikayeler anlatılırdı. ‘Burada mağara var diyorsunuz. Buraya su getirildiği ile ilgili bilgi var’ dedim. Bunun üzerine ihtiyar bir amca ‘Bak ta Gözeler köyünden buraya kadardır’ dedi. Suyun getirildiği çizgiyi de gösterdi. O kanalın çoğu toprak altında. Ama kazarsanız taştan oyulmuş su kanalları hemen çıkıyor dedi. ‘Hoca gel mağaranın giriş kısmına gidelim’ dedi. Gittik en tepede, zeminin hemen altına bir yeri kazmışlar önceden. Kemer yapısı belli. Orası suyun getirildiği Sarnıç olduğu çok açık. Sarnıcın ne olduğunu anlatınca ‘hoca senin dediğin gibidir bu. Sarnıçtır. İçinde sütunlar vardı. Şu anda bastığımız yeri o sütunlar tutuyor’ dediler. Şu anda kemer hala açık. Gidildiğinde net bir şekilde görülüyor. Etrafa baktığımıza eski zamanlardan bu yana defineciler kazdığını görüyoruz. Bahsettiğimiz cam parçaları etrafta vardı. Tabi ben cam uzmanı değilim. O camların fotoğraflarını uzman bir hocaya gönderdik. ‘Bunlar 5 ve 6. Yüzyılda kullanılan camlar. Doğru yerdesiniz. Araştırmanıza orada devam edin’ diye dönüş aldık” dedi.
1971 DEPREMİ SONRASI: VALİ TARİHİ TAŞLARI CAMİ YAPIMINDA KULLANDIRTTI
Devasa tarihi yapılar sadece define arayanlar tahrip etmedi. Bölgedeki köyler, merkezde ulunan Hacılar Camisinin taşları bu tarihi yerden. Yeniköy, Dik, Derê Nazik dâhil bölgede bulunan eski köylerin neredeyse tümüne bu bölgeden taşlar gittiğini anlatan Butasım, “O alanda bir kilise yıkıntısı vardı. Biraz üzerinde çalışınca bir yapı olduğunu fark ettik. Güzeldi ama yıkılmıştı. Güzel tapı taşları vardı. Köylüler 1971 depremine kadar bir ailenin orayı ev olarak kullandığını söyleyince gittik aileden birisini bulduk. Sağ olsun geldi, birkaç yapı taşını gösterdi. Onların zeminde olduğunu söyledi. Kilisenin adı sorduğumda ‘Sûrgul, Sûrgun’ gibi bir şeydi dedi. Ama o isim literatürde yok. Ermeni kayıtlarını taradık öyle bir isim bulamadık. Tarif etmesini istedik. Tarif etti. Doğu tarafında bir şey olup olmadığını sordum. Apsis ve apsisin altında dediğimiz, papazın durduğu yerde delhizler var. Nitelikli malzemenin saklandığı, ya da ölen papazların gömüldüğü yerdir alt taraf. Anlatmaya başladı. Alt tarafta bir giriş oluğunu, 1970’lerde atlarla gelen askerlerin atları ile aşağıya indiğini söyledi. O kadar büyükmüş. 1971 depreminden sonra köye gelen dönemin valisi, ‘Bu taşları cami yapımında kullanalım, harap olmasın’ diyor. Anlattığına göre babası önce ikna olmuyor. Burasının mabet olduğunu hatırlatarak ‘Yazık değil mi’ diyor. Vali ‘zaten yıkıldı gitti’ deyince babası ikna oluyor. Ondan sonra o taşları çıkarıp Hacılar Camisinin yapımında kulanmışlar. 2003 depreminden sonra o taşlarda gitti” dedi.
KAZI YAPILSA YAPILAR ORTAYA ÇIKAR
Bu kadar tahrip olan yer restore edilebilir mi? Butasım’a göre bölgede restorasyon yapılacak kadar çok malzeme var. Bölgede buluna köylerin bahçelerinde bile bu taşların kullanıldığını hatırlatan Butasım, “Alan çok geniş. Çok veri var. Köylülerle konuştuğumuzda ‘Hocam biz burada hayvanları otlattığımız çok sayıda para buluyorduk’ dediler. Orada yine büyük bir küpün tamamını uzun zaman önce dedeleri tarafından getirilmiş. O hala orada ahırda duruyor. ‘içine un koyardık hocam’ dediler. O hala orada. Taşlar çevrede var. Güzel bir kazı yaparsak çok güzel bir yapı çıkar ortaya. Duvarın 2-3 metrelik kısmı ayakta. Çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Geriye kalan kısmı da bahçelerde, çevrede o taşları kullanmışlar. Çok rahat bir şekilde restorasyonda kullanılarak eski haline getirilebilir. Sarnıç düşünüyoruz, zaten altı komple sarnıç. Sarnıç’ta çok güzel bir şekilde hem girişi, hem iç kısmı temizlenebilir. Ana merkez orası ama çevre çok geniş. Kayıtlarda Ermeni tebaanın olduğundan söz ediliyor. Dik dediğimiz köye kadar gidiyor yerleşim yeri. Zaten oraya gittiğinizde taşlar, malzemeler, kap kacak, çanak çömlek dediğimiz parçaları bulabiliyorsunuz. Orası ortaya çıkarılırsa hem Bingöl turizmi açısından iyi olur, hem de tarihteki yeri daha net belli olur” diye konuştu.
Remzi Budancir