Yöresel beslenmek, sürdürülebilir bir geleceğe adım atmamıza yardımcı olabilecek etkili stratejilerden biri. Berrak bir özetle bu konuyu şuradan ele alabiliriz: Yerel olarak üretilen gıdaların tüketilmesi anlamına gelen beslenme tarzı, gıdaların uzun mesafelerde taşınmasını engelleyerek fosil yakıt kullanımını ve bu taşıma sırasında ortaya çıkan karbon salınımlarını azaltıyor. Yani bu daha az sera gazı emisyonu ve daha az küresel ısınma anlamına geliyor.
Yöresel beslenmenin iklim krizi üzerindeki etkisi: Daha yakın bölgelerden alınan gıdalar, genellikle daha taze ve besleyici olarak geçiyor. Aynı zamanda, tarım ilaçlarına ve kimyasallara olan gereksinimi de azaltabiliyorlar çünkü uzun süreli saklama ve taşıma için koruyucu tedbirlere ihtiyaç duymuyorlar. Bu da su kirliliğinin ve toprak kirliliğinin azalmasına yardımcı oluyor.
Gıda sistemi ve yaygın diyetlerin gezegene etkisi
Gıda sistemleri, yiyecekleri çiftlikten soframıza taşıyan tüm aktiviteleri içeriyor. Bu, gıdanın nasıl üretildiğini, işlendiğini, taşındığını, pazarlandığını ve tüketildiğini kapsıyor. Mevcut gıda sistemlerimiz, iklim değişikliğinin birincil sebebi olan küresel sera gazı emisyonlarının üçte birinden fazlasını oluşturuyor. Bu, gezegendeki tüm otomobillerin ürettiği sera gazından daha fazla.
Gıda sistemlerinin karbon emisyonlarının yarısından fazlası, et ve süt ürünlerine yüksek talepten kaynaklanıyor. Bunun yanında, fosil yakıtlara yüksek derecede bağımlı olan modern endüstriyel tarım da bu emisyonlara katkıda bulunuyor. Aşırı su kullanımı, toprak erozyonu ve kimyasal kullanımı nedeniyle ciddi çevresel sorunlara neden oluyor. Özellikle hayvansal ürünlerin üretimi, metan ve azot oksit gibi güçlü sera gazlarının salınmasına sebep oluyor. Yine bu durum, bitki ve hayvan büyümesini etkileyerek deniz seviyelerinin yükselmesine, okyanusların ısınmasına ve ekstrem hava olaylarına da alan tanıyor.
Görsel: The New York Times Kaynak: Science
Doğal olarak iklim değişikliği gıda sistemlerimize ve sağlığımıza etki etmiş oluyor. Ancak bireysel çözümlere gelirsek yöresel ve mevsimsel ürünleri tercih ederek bu olumsuz etkileri minimuma indirebiliyoruz. Ayrıca, bitki bazlı diyetleri benimseyerek hayvansal ürünlerin tüketimini azaltmak, iklim değişikliği üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu zaten biliyoruz.
Gıda üretiminde zorluk: Artan kara ve deniz sıcaklıkları, kuraklık, seller ve öngörülemeyen yağışlar hayvanları ve ürünleri olumsuz etkiliyor. Örneğin, Kenya’nın yarısında yaşanan kuraklık, temel gıda maddesi olan mısırın üretiminin %50 azalmasına sebep olacak. Öte yandan, Avustralya’daki seller yüzlerce inek sürüsünü sürüklüyor ve ekinleriyle tarım ekipmanlarına zarar veriyor.
Besin değerleri düşüyor: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli’nin 6. değerlendirme raporu, atmosferdeki artan CO2 seviyelerinin gıdamızın besin kalitesini düşüreceğini belirtiyor. Bu, tahıllarda, meyvelerde ve sebzelerde bulunan protein, demir, çinko ve bazı vitaminleri içeriyor. Yani bu kritik besin maddeleri olmadan, daha fazla insan mikro besin eksikliği riski altında olacak.
Yüksek fiyatlar: Gıda sistemindeki eşitsizlikler, kötü diyet ve sağlıkla doğrudan bağlantılı. Bugün dünya genelinde birçok insan sağlıklı gıdalara erişemiyor ya da onları karşılayamıyor. 2 milyardan fazla insan gıda ve beslenme güvensizliğiyle karşı karşıyayken 820 milyon insan yetersiz besleniyor.
İklim değişikliği bu sorunları daha da kötüleştirecek, bu bir gerçek. Gıda kıtlığıyla gıda fiyatları artacak; daha fazla insan beslenme güvensizliği, kronik açlık ve geçim kaybı riskiyle karşı karşıya kalacak. Araştırmalara göre 2050’ye kadar, Dünya, 2 kat daha fazla insanı beslemek zorunda kalacak. İklim değişikliğinden hem sorumlu hem de ona karşı savunmasız olan kırık bir gıda sistemiyle bu nasıl mümkün olabilir?
Bir çözüm önerisi olarak yerel beslenmek
Tarım ve gıda süreçlerini iklim değişikliklerine daha dirençli hâle getirmek için birçok fırsat bulunuyor. Yeme alışkanlıklarını değiştirip dönüştürmek bu çözüm önerilerinin başında geliyor. Bir diğeri, toprak kalitesini artırmak. Sağlıklı toprak, karbonu depolar ve emisyonları azaltabiliyor zira. Ayrıca kuraklık ve sel yönetimine yardımcı olurken, ürün verimliliğini ve dayanıklılığını artırıyor.
Öte yandan, gıda kaybını ve israfını azaltmanın da pozitif etki sağlayacağı görülüyor. Dünya genelindeki tüm gıdaların yaklaşık %17’si her yıl israf ediliyor—eğer gıda israfı bir ülke olsaydı, sera gazı emisyonu bakımından Çin ve ABD’nin ardından üçüncü en büyük emisyon kaynağı olurdu.
Yöresel mutfaklardan örnekler: Dünyanın dört bir yanındaki yöresel mutfaklar, iklim krizine karşı mücadelede bize ilham verebilir.
· Akdeniz bölgesi: Zeytinyağı, taze sebzeler, meyveler, kuruyemişler ve deniz ürünleri üzerine kurulu bu diyet hem besleyici hem de çevreye minimum zarar veriyor.
· Japonya: Geleneksel Japon diyetleri, deniz ürünleri ve taze sebzeleri bolca barındırıyor. Miso gibi fermente soya ürünleri, bağırsak sağlığını destekleyen yararlı bir bakteri türü olan probiyotikler içeriyor.
· Meksika: Fasulye, mısır, biber ve avokado gibi yerel ürünlerle zenginleşen Meksika mutfağı, bitki bazlı beslenmenin lezzetli bir örneği. Kullanılan besinler, magnezyum, demir, potasyum ve çinko gibi mikro besin maddeleri açısından dengeli bir kaynak.
· Kore: Yemeğe lezzet katan ve bağırsak sağlığını destekleyen bakteri kaynağı olarak da işlev gören fermente kırmızı biber salçası gochujang gibi soslar, beslenme kalitesine destek oluyor.
· Hindistan: Yemeklerde kullanılan zerdeçal, kişniş, zencefil, limonotu ve biber gibi baharatlar ve lezzetler, anti inflamatuvar görevi görebiliyor.
Dolayısıyla yöresel beslenme, iklim krizine karşı etkili bir mücadele yöntemi olabilir. Bireysel anlamda yerel pazarlardan alışveriş yaparak, mevsimlik ürünleri tercih ederek ve bitki bazlı diyetleri benimseyerek iklim değişikliğini yavaşlatma konusunda kendi payımıza düşeni yapmaya başlayabiliyoruz.
Angst – Çevre İklim Bülteni