Dünya geçen yüzyılda bir kan deryasına döndü. İnsan türü kendi içinde iki ayrı savaş gerçekleştirdi (Bu sırada hayvanlar ve ormanlara, yerüstü, yeraltı ve denizlerdeki, havadaki ve sulardaki diğer dilsiz canlılara verdikleri zararın çetelesini tutan olmadı tabii). Birbirlerinden 60-70 milyonu öldüren insancıklar, yüzyılın ortasında -utançtan ve mecburiyetten- bazı kurallar kabul etti.
Ama yaşananlar öylesine korkunçtu ki, kuşaklar boyunca unutulmayacaktı. İnsan -bir canlı türü olarak- aslında çökmüştü. 1914’e kadar küçük bir köyde, orman içinde yaşamış, doğal hayatın ritmine uygun -sabah güneşle uyanıp, akşam yıldızların altında uykuya dalarak- yaşayan milyonlarca Avrupalı köylü çocuğu, toplumsal ve zihinsel evrenlerinden zorla koparılmış, yıkıcı bir gerilim ve öldürücü patlamalar altında kalmıştı. Bu bir neslin ruhsal ölümü, nesiller arası travma demekti. Yaşananları anlayacak, anlatacak, aslında hayata devam edecek bir motivasyon ortada görülmüyordu (Ralf Rothmann’ın son cildi yeni çıkan “üçlemesi” bunu anlama çabasıdır).
Bu savaş, 1939’da korkunç ve yıkıcı bir ötekine yerini bırakınca, Avrupa’da 1970’leri bulan bir suskunluğa yol açtı. Bu yıllardan itibaren bellek, Avrupa toplumlarının başta sosyal, kısa sürede kamusal hayatını işgal eden bir fenomene dönüştü. İçini dökmek isteyenler -epey uzun bir süre- tanık, onları yazmak isteyenler ise, “profesyonel tarihçi” oldu (Traverso, Geçmişi Kullanma Kılavuzu, 11).
∗∗∗
Bu çerçevede “anma mekânları” popüler hale geldi. Geçmiş, bellek oluşturmanın başlıca alanı olunca, etik sorgulamalar, yüzleşmeler -kuşkusuz şimdiki zamanın ihtiyaçlarına uygun- yeni bir bellek oluşturmanın aracına dönüştü.
Oteller, restoranlar, caddeler, okullar, meydanlar, tepeler, kaleler, sorgu merkezleri, devlet daireleri ve bildiğiniz her şey hedef odaklı reklam stratejilerinin konusu oldu. Kitlelerin beğenisine sunulmuş, düzenlenmiş ziyaret yerleri ve hatta müzelere dönüştürülen mekânlarıyla tüm bir kamusal alan, “bellek turizmi”ne ev sahipliği yaptı. Özellikle sinemanın dahil olmasıyla artık ortada “turizm endüstrisi” benzeri bir “gösteri endüstrisi” vardı.
Bu mekânların herhalde en kullanışlısı saray ve hapishanedir. Birincisi, nefret etmemiz istenen ülkelerin diktatör yöneticilerinin nasıl bir sefahat içinde yüzdüklerini gösteren mekânlardır (bir süredir bizde de bir tane var). İkinci mekân ise bu diktatör liderlerin, yönettiği ülkelerdeki halkı nasıl işkenceye uğrattığı, hangi korkunç koşullarda ve kaç metrekarelik hücrelerde tuttuğunu bize gösterir. Saray ve hapishane, en çarpıcı “gösteri mekânı”dır.
∗∗∗
Sosyalizm yıkıldığında ZDF televizyonu, Doğu Almanya Başbakanı Honecker’in “lüks içinde yaşadığını” kanıtlamak için evine gitmiş, mutfaktaki bulaşık makinesini, oturma odasını çekmişti. Oysa “Batı Almanya’da bir bakan şoförü bile böyle bir evde oturmaya tenezzül etmezdi.” Tarihi kazananlar yazıyordu (Behlül Özkan). Son yirmi yılda “Saddam’ın sarayı”, “Kaddafi’nin sarayı”nı gördük. Bu “diktatörler” kendileri bu saraylarda “zevk ve zenginlik içinde” yüzüyordu. Hâlbuki halkları perişan durumdaydılar. Onlar, karınlarını bile doyuramıyorlardı.
8 Aralık’ta Suriye ordusunun çekilmesi sonucu, Birleşmiş Milletler’in “terör örgütü” olarak kabul ettiği HTŞ -Türkiye, ABD ve İsrail’in açık-saklı desteğiyle- Şam’da iktidarı gasp etti. Kafa kesmekten başka bir marifeti görülmemiş bu güruhun geçmişini ve bugününü gözden uzak tutmak için önce “Esad’ın sarayı” halka açıldı. “Batman kayyumunun odası”ndan daha az lüks olduğu anlaşılınca, bu kez gösteri Sednaya hapishanesinde sürdü. Orda da elde edilen görüntülerin, tanıkların, odaların kurgu olduğu ortaya çıktı -Bizzat “filmin yapımcıları” (CNN) özür dilemek zorunda kaldı-. HTŞ’nin, İsrail’in, Batı’nın isteğine göre ayarlanan saray ve hapishane gösterisi bir haftada çöktü.
Batı’nın -iki savaştaki toplarına benzer- yeni bombardımanda, 13 yıl boyunca ülkesini işgale gelen cihatçılara karşı elde silah direnenler, düşenler unutturulmak isteniliyor -Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda “haklı bir savaş”ta dövüşen ve ölenler gibi-. Asıl kahramanların unutturulduğu bu dönemde, yüzde sakal, elde kalaşnikof, üstünde Amerikan üniforması ve kurgu bir hapishaneden fırlayan tiyatro oyuncuları birer kahramana dönüşüyor. Ancak, sahte mekân ve kahraman, planlanmış gösteri hemen teşhir oluyor.