1. Haberler
  2. Genel
  3. Ercüment Akdeniz Anlattı: Türkiye ve Dünyada Mülteci Politikaları

Ercüment Akdeniz Anlattı: Türkiye ve Dünyada Mülteci Politikaları

featured

Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz, mültecilerin statüsü, entegrasyonu ve hükümet politikalarının değişimi üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Uluslararası göç krizi ve Türkiye’nin mülteci politikalarını masaya yatıran bu röportajda, mülteci krizinin sosyal ve ekonomik etkilerini derinlemesine konuştuk.

Mülteci politikaları, son yıllarda hem Türkiye’de hem de dünya genelinde en önemli gündem maddelerinden biri. Savaş, iç çatışmalar, iklim değişikliği ve ekonomik krizler gibi nedenlerle milyonlarca insan, ülkelerini terk ederek daha güvenli bir yaşam arayışına girmekte. Türkiye, Suriye iç savaşının başlamasından bu yana en fazla mülteciyi kabul eden ülkelerden biri olarak milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor.  

Mülteci krizi; hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada tartışmaların merkezinde yer alırken, bu alandaki politikalar da mercek altına alınmış durumda. Mültecilerin entegrasyonu, güvenliği ve geleceği gibi kritik konular, devletler ve uluslararası kuruluşlar arasında iş birliği ve gerilim alanlarını şekillendiriyor.

Bu kapsamda, Türkiye’nin mülteci politikaları ile dünya genelindeki yaklaşımların karşılaştırıldığı özel röportajımızda, Uzun yıllar mülteciler ve göçmen emeği üzerine saha çalışmaları yapan Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz Gazetemiz editörlerinden Berna Kişin Karataş’ın sorularını yanıtladı. Bu röportajda, Ercüment Akdeniz ile birlikte, mültecilik kavramını daha yakından tanımaya ve bu krize yönelik politikaların etkinliğini değerlendirmeye çalışacağız.

Gazeteci-Yazar Ercüment Akdeniz

Savaşın ve yoksulluğun kaçınılmazı: göç

Berna Kişin Karataş: Öncelikle şunu soralım, “Mültecilik” nedir? Veya “Mülteci” kimlere deniyor? Halklar neden “Mülteci” konumuna geliyor? Yüzyıllarca yaşadıkları ülkelerde kendi yurtlarını terk edip başka ülkelerde “mülteci” haline gelmek insanlar için bir tercih mi, zorunluluk mu?

Ercüment Akdeniz: Mülteciler; savaş, zulüm gibi nedenlerle yerinden yurdundan edilen, ülkelerini terk etmek zorunda kalan insan ve insanlar topluluğuna verilen isim. Eğer bir kişi veya topluluk, ülkesindeki savaştan, zulümden, soykırımdan, eziyetten, işkenceden kaçıyorsa ve başka bir ülkenin topraklarına girmişse, girdiği ülkede önce “sığınma talebinde” bulunur. Bu sığınma talebi kabul edilirse, statü olarak sığınmacı pozisyonuna geçer. O sığınmacı statüsünden sonra da “uluslararası korunma haklarını elde etmek üzere” mülteci statüsü için başvuru yapabilir. İkinci aşamaya geçildiğinde, “mülteci” olarak anılır. Yani bu, uluslararası evrensel sözleşmelerinde hukuksal prosedür bu şekilde geçer.

Benim açımdan, kişi ya da kişiler savaştan kaçıp, ülkesinden çıktığı an mültecidir. Peki neden insanlar mültecilik konumuna düşüyorlar? Dünyanın hiçbir yerinde insanlar mülteci olmak istemezler. Herkes kendi doğduğu topraklarda ve kültürde yaşamak ister. Mülteci hayatını tercih etmek zorunludur. Zorla yerinden edilen insanlar topluluğudur mülteciler…

Mülteci hayatını tercih etmek zorunludur. Zorla yerinden edilen insanlar topluluğudur mülteciler…

Dünyada 300 Milyon göçmen var

Tabii bu dolaylı da olabilir. Yani bir insan kendi ülkesinde yaşayamayacak, yaşamayı istemeyecek kadar ülkesinden gitme isteğine gelmişse, bu demek ki o ülkede “ekonomik, sosyal ve siyasal” olarak yaşam koşullarının asgari oranda olmadığını gösterir. Bu da bir zorunluluğu ifade eder. Dünyada 300 Milyon göçmen var, bunların yaklaşık 80 milyonu kadar mülteci yani yerinden edilenler.

Mülteciliğin en büyük nedenlerinden birisi, kapitalist sistem sürekli olarak savaşı, üretiyor… Sürekli olarak, yoksulluğu ve iç çatışmayı örgütlüyor… Bütün bunları pazar paylaşım savaşları, toprak egemenliği, asgari üs alanlarını çoğaltmak için yapıyor egemen güçler. İşte bunun kefaretini, ezilen haklar ve yoksul emekçi sınıflar çekiyorlar. Savaşın ve yoksulluğun kaçınılmazı olarak iç göçler ve dış göçler meydana geliyor.

Bunun yanı sıra, küresel iklim değişikliği, doğal afet olayları, açlık, su kaynaklarına erişim sorunu bütün bunlar da kapitalizm eliyle felaketleri daha da büyüten olgular olarak göçü daha da arttırıyor. Zaten şu an dünyada hem göçmenler hem mülteciler açısından bütün zamanların en büyük rekorları kırıldı.

Savaştan kaçan insanlara sığınmacı statüsü verilse de bize göre onlar mülteciler. Yani mülteci hakları elinden alınmış mülteciler.

“Doğu’dan gelenler, Batı’dan gelenler!..”

Berna K.: Peki Türkiye için konuşacak olursak, Türkiye’ye son yıllarda gelen mülteci sayısıyla ilgili net rakamlar var mı?

Ercüment A.: Türkiye, Birleşmiş Miletler sözleşmesine imza attığında ikinci bir imzayla ‘coğrafi çekince’ şartını koydu ve “sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ederim, doğudan gelenleri ben mülteci olarak kabul etmem” dedi. Bundan dolayı, doğu ülkelerinden gelenler mülteci statüsünde kabul edilmiyorlar. Böyle bir sorun var. Dolayısıyla, Türkiye’de şu an resmi rakamlara göre, 3 milyonun biraz üzerinde Suriyeli sığınmacı var, hukuksal kavram olarak “geçici koruma statüsünde” olanlar sığınmacı olarak geçiyor. Ve bunların dışında da 1 buçuk milyon civarında diğer ülkelerden gelen insanlar var. Yani ikametgahlarla beraber 4 buçuk, 5 milyon civarında görünüyor bu sayı. Ama kayıtlı olmayanlarla beraber çok daha fazla mülteci olduğunu tahmin ediyoruz. Ayrıca, Suriyeliler başta olmak üzere savaştan kaçan insanlara sığınmacı statüsü verilse de bize göre onlar mülteciler. Yani mülteci hakları elinden alınmış mülteciler.

13 Yılın Hikayesi: Ucuz İş Gücü ve Emek Sömürüsü

Berna K.: Mevcut mülteci politikaları hakkında genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Özellikle Suriye’deki iç savaştan sonra Türkiye’ye gelen mültecilerin burada geçirdiği çok uzun bir zaman dilimi var. 10 seneyi aşkın bir süreden bahsediyorum, dile kolay…  Bunu da göz önüne alarak İktidarın mülteci politikasında zaman içinde nasıl değişiklikler oldu? Neler yaşandı politik anlamda?

Ercüment A.: Geleneksel olarak göç politikalarında Osmanlı’dan bu yana izlenen strateji şudur: Eğer Türk soydaşlarsa, onlar çabucak soydaşlık statüsü çerçevesinde ülkeye alınırlar hatta vatandaş yapılırlar. Ama soydaş değillerse, onlara başka bir yasa geçer.2011 Suriye savaşından sonra bugüne kadar 13 yıllık bir zaman geçti. Bu 13 yıllık zamana baktığımız zaman da “soydaş” olarak kabul edilmedikleri için onlara başka bir statü yani “sığınmacı” statüsü verilmiş oldu.

Türkiye’nin Suriye’de izlediği politika yanlış bir politikaydı. Pro-aktif yeni Osmanlıcı bir politikaydı. Maalesef Türkiye hükümet eliyle Suriye’de bir savaş bataklığına sürüklendi. Burada asıl amaç, Esad rejiminin devrilmesi ve orada başka bir siyasal yapının oluşmasıydı, bu başarılamadı. Eğer başarılsaydı, bu sığınmacı toplumla beraber, orada belki bir nüfus alanı oluşturmayı düşünüyorlardı ama bu başarılmayınca, bu sefer Avrupa Birliği ile bir geri kabul anlaşması imzaladılar ve bunu AB ile bir pazarlık konusu yaptılar. Mülteciler hem siyasi hem de diplomatik pazarlıkların haline getirildi. 3 milyon Euro para alındı, bugüne kadar bizim bilebildiğimiz.

Şimdi mülteciler ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar. Bu 13 yılın hikayesi bu.

Türkiye ve Suriye ortaklı 15 bin şirket kuruldu…

Şimdi mülteciler ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar. Bu 13 yılın hikayesi bu. Çünkü sermayenin yedek iş gücü ordusu olarak göçmen ve mülteci işçiler organize sanayi bölgelerinde, fabrikalarda, sanayi sitelerinde, mevsimlik tarım işlerde, merdiven altı üretimde yani hayatın bütün çalışma alanlarında neredeyse en ağır, en güvencesiz, en pis, en ölümcül işlerde çalıştırıldılar.

Buradan muazzam karlar elde edildi ve muazzam bir sömürü sağlandı. TEPAV’ın verilerine göre, Suriye ve Türkiye ortaklı 15 bin şirket kuruldu. Sonra bunun sayısı 10 bine kadar düştü. Ama bu ortaklı şirketle, Suriyeli işçileri çok ucuza sömüren bir çark kurdular ve buradan devasa sömürü elde ettiler. Artı değer birikimi elde ettiler ve zenginleştiler.  Uluslararası piyasada da rekabet edebilmek için bu göçmen emeği Türkiye burjuvazisi tarafından çok etkin bir şekilde sömürüldü. Dolayısıyla 13 yılın kazananları, bu sektöre dayanan Türkiye burjuvazisi oldu.

AKP’nin kendine özgü politikaları olmakla beraber, çarpık bir göç politikası, siyasal İslamcı ve ümmetçi bir göç politikası uyguladı. “Din kardeşim” dediği Müslüman göçmen topluluklara, evrensel normlara uygun mülteci statüsünü ve haklarını vermedi. Böyle bir çifte standart uygulamış oldu.  AKP’nin izlediği göç politikası küresel kapitalist göç politikasından ayrı değil. Tamamen ona entegre… Şimdi yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyoruz. Bu aşamada Türkiye’nin sadece göçmen deposu ülkesi olması değil, aynı zamanda sistematik olarak önce göçmen deposu ülkelere sonra başlangıç ülkelere “göçmenlerin deport edildiği” yeni bir geri gönderme rejimi örgütlüyorlar.

‘Geri göndermeler başladı, fakat Suriye güvenli değil’

Berna K.: Teşekkür ediyorum… Bir de hazır iktidarın mevcut politikalarına değinmişken şunu sormak istiyorum.  Bulunduğumuz sene içerisinde Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) bünyesinde bir rapor açıklandı. Raporda 2019 sonrasında iktidarın mülteci politikasında önemli bir değişim yaşandığı söz konusu. Türkiye’deki mülteci karşıtlığını ele alan rapora göre, iktidarın mülteci politikası 2019 sonrası değişti. Buna paralel olarak muhalefet partileri de mülteci karşıtlığını tırmandırdı. Bu süreci sizin gözünüzden dinlemek istiyoruz. İktidar ve muhalif partilerin dengelerinde neler yaşanıyor?

Ercüment A.: Ben raporu okumadım. Ama benzer düşünüyorum. 2018-2019’dan itibaren Türkiye’nin göç politikası değişti. Bu göç politikası, ‘göçmenlere sığınmacılara sürekli kucak açan’ hükümetin siyasi amaçlarını taşıyan bu politika terk edildi. Sınır politikaları sertleşmeye başlandı. Bunların da ötesinde, sistematik olarak geri göndermeler başladı. İnsanlar, geri gönderme merkezlerine kapatıldı. Operasyonlar arttı. İnsanlar bıkana kadar sabırları denendi ve zorla olmasa da bıkmış halde gönüllü formları dolduruldu ve deport edilmeye başlandı.

Suriye hala eskisi gibi sert bir savaş alanı olmasa da güvenli değil. Çatışmanın dinamikleri var. İdlib tehlikeli, orada ÖSO ve benzer yapılar silahlı. Başka silahlı gruplar da var.

‘600 bin kişi Suriye’nin Kuzeyine geri gönderildi’

Zaten Göç İdaresi’nin verdiği bilgiler de bunu gösteriyor. 2019’dan bu yana 600 bin kişi gönderilmiş Suriye’nin kuzeyine. Bu çok büyük bir sayı, yarım milyonu geçiyor. Dünyanın başka bir ülkesinde böyle bir sayı yok. Hatta bu sayının 1 milyona çıkacağı söylendi.

Buradan şunu söyleyebiliriz, Suriye hala eskisi gibi sert bir savaş alanı olmasa da güvenli değil. Çatışmanın dinamikleri var. İdlib tehlikeli, orada ÖSO ve benzer yapılar silahlı. Başka silahlı gruplar da var. Bunlar arasındaki çatışmalar, rejimle olası çatışma dinamikleri, orada mültecilerin yeniden tehlike içerisinde kalmasına yol açabilir. Demokratik bir anayasa, demokratik bir seçim ve insanların rızası yoksa uluslararası evrensel mülteci sözleşmelerine de aykırı.

Avrupa’da bütün bunları izliyor çünkü işlerine geliyor. Bu geri gönderme stratejisinin bir amacı, Suriye’de bir dar bölge de olsa siyasi olarak nüfuz alanı oluşturmak. İkinci amacı, içeride sertleşen Suriyelilere yönelik bir öfke ve düşmanlık muhalefet partilerinin bir kısmının kullandığı bir olgu oldu. Ve iktidar buradan oy kaybetti. Dolayısıyla bu oyları konsolide etmek istiyor ve ‘göçmen karşıtı kartını’ eline almak istiyor. Bunda da kısmen başarılı olduğunu düşünüyor. Yani “Suriyelileri gönderirse en iyi Erdoğan gönderir, en iyi AKP gönderir” biçiminde bir algı oluştu. Bu kısmen başarılı oldu diyebilirim.

Aynı zamanda bu dönemde ana muhalefet partisi içerisinde de çok sert mülteci karşıtlığı figürleri gördük. ATA ittifakı ve Zafer Partisi gibi partilerinde bu siyaset üzerinden güç topladığını görüyoruz. Bu güç toplama devam ediyor. Özellikle 14 Mayıs – 28 Mayıs seçim süreci bu açıdan bir kırılma da yarattı. Çünkü ATA ittifakının bir adayını Cumhur İttifakı transfer etti. Öteki adayını da Millet İttifakı transfer etti. Böylelikle bir merkez oluşturmasını engellemiş oldular. O tepkileri de kendi bünyelerine toplamayı kısmen o dönemde başarabildiler. ATA İttifakı ya da Zafer Partisi ruhunu bitirdiler mi? diye sorarsanız, hayır bitiremediler. Maalesef hala göçmen düşmanlığı dinamik bir güç olarak devam ediyor. Cumhur İttifakında artık yerleşmiş olan ‘milliyetçi damar’ muhafazakarlıkla birleşerek, göçmenleri deport eden bir mekanizmayı yaratmış durumda, bunu da görmek lazım.

Ayrıca şunu da not düşmek lazım, en son Irak’taki Irak vatandaşlarına 15 yaş altı ve 50 yaş üstü vatandaşların Türkiye’ye vizesiz girişleri bunun kararının alınması yeniden tepkilerin yükselmesine neden oldu. Hükümet orada biraz zorlanacak gibi görünüyor.

“Gazze üzerinden gözyaşı siyaseti yapılabilir, ama İsrail ile ticarete itiraz eden ya da politika yapan halkını savunmak için şirketleri protesto eden Filistinlilerin de gözünün yaşına bakılmaz.”

“Müslüman kardeşliği…”

Berna K.: Sizin de altını çizdiğiniz gibi deportlar artmaya başladı. Bu durum bizim de burada çok takip ettiğimiz bir konu oldu. Özellikle bu sene deport edilen vatandaşların takibini yaptık, yapmaya çalıştık. Kadınlar, aileler, çocuklu aileler geri gönderme merkezlerinde kötü koşullarda bırakıldı. Burada yerleşik bir hayatı olan, düzenli işi olan insanlar deport edildi. Hatta bizim takip ettiğimiz Filistinli aileler vardı. Bu ailelerin bir kısmı “haritada yerini bulamayacağımız” yerlere deport edildiler. Dominika gibi ülkelere gönderildiler. Şu anda avukatlarıyla da iletişim halindeyiz fakat durumlarını takip edemiyoruz. Dilini kültürünü bilmedikleri bir ülkede zor durumda olduklarının haberini alabildik en son. Bu konuda da şunu sormak istiyorum. Filistin-Gazze, İsrail’in bu kadar gündem olduğu ve televizyonlarda “mazlum Filistin halkı” siyaseti yapıldığı böylesi bir dönemde, Filistinlilerin deport edilmesi konusundaki “çifte standardı” nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ercüment A.: Burada iki yüzlü bir siyaset söz konusu. En son Filistin için Bin Genç İnisiyatifi bir eylem yapmıştı. Bu eylemler sırasında İsrail’e ya da dolaylı olarak Filistin üzerinden İsrail’e giden ticaret gemilerini protesto ettiler. Bu gençlerin içerisinde Filistinli öğrenciler de vardı. O Filistinli öğrenciler hemen geri gönderme merkezlerine atıldı. Sınır dışı edilme tehlikesiyle haklarında işlem başlatıldı. Yani aslında burada verilmek istenen mesaj şu: “Gazze üzerinden gözyaşı siyaseti yapılabilir, ama İsrail ile ticarete itiraz eden ya da politika yapan halkını savunmak için şirketleri protesto eden Filistinlilerin de gözünün yaşına bakılmaz.” Bu da ‘Müslüman kardeşliği’ edebiyatının ne kadar sahte olduğunu gösteriyor.

‘Sol 2. Enternasyonalin ruhundan kurtulamadı’

Berna K.: Avrupa Birliği’nin göç politikasındaki son gelişmeler ve Türkiye ile ilişkileri bağlamında yaşanan gerilimler hakkında neler düşünüyorsunuz? Özellikle Yunanistan-Türkiye sınırındaki durum ve Ege Denizi’nde yaşanan insanlık dramaları hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Ercüment A.: Pazarkule olayları sırasında “açarız kapıları görürsünüz gününüzü” dediler ve AKP iktidarı oraya mültecileri yönlendirdi. Ege ve Edirne sınırında büyük bir tehdit var gibi bir algı oluşturuldu. Bu bilinçli bir şantajdı. Oraya mültecilerin de gidemeyeceğini de herkes biliyordu. Avrupa da çok sert önlemlerle bunu zaten engelledi. Mülteciler de maalesef kullanılmış oldu. Aslında bu “muhabereden” AB ve Türkiye arasındaki göçmen pazarlığı fiyat yenilemesiyle yeniden sağlanmış oldu. Bütün hikâye bu. Şu an bir gerilim yok ‘al gülüm ver gülüm’ herkes memnun…

Berna K.: Türkiye ve Avrupa’da özellikle sağ veya ırkçı partiler mülteci sorununu sürekli işleyerek toplumsal tepkileri örgütlemeye çalışıyor. Birçok ülkede bu tutumlarından ötürü de sağ ve ırkçı partiler oy oranlarını arttırdı. Bazı yerlerde iktidara geldi? Sol ve sosyalist örgütler bunun karşısında ne tür politikalara üretiyor? Sol; demokrat veya sosyalist partilerin mülteci politikaları ne durumda? Yeterli politikalar üretebiliyorlar mı?

Ercüment A.: Aşırı sağ dediğimiz şey nedir? Faşizmdir. 20. Yy.’da biz bunun örneğini gördük. Faşist parti akımlar ve ideolojilerdi bunlar. Bugün de Neo-Faşizm ya da Post-Faşizm dediğimiz bunların türevleri var. Her iki yüzyılda da kullandıkları argüman sadece göçmen düşmanlığı değil bunlar. Yabancı düşmanlığını çok etkin kullanıyorlar. Almanya’da Yahudiler, başka bir yerde çingeneler… Türkiye’de Kürtler, Aleviler…  Çin’e gittiğinizde Uygur Türkleri… Yani bir sürü yere gittiğinizde bunlar kullanılabiliyor. Göçmenler olmasa başka bir kesim bulurlar toplumu düşmanlaştırmak için. Çünkü faşizm, radikal milliyetçilik bunu gerektirir. Düşman yaratmadan kendini var edemez. Bu devam ediyor. Avrupa’da son dönemde aşırı sağın yükselmesinin ana nedenlerinden biri bu. Çünkü ekonomik kriz dönemlerinde eğer o boşluğu sol sosyalist partiler, emek mücadelesi dolduramazsa onu tabii ki faşist hareketler çabucak doldurabiliyorlar. Milliyetçilik ve savaşlar yeni çözüm arayışlar oluyor.

Sol sosyalist açısından, bir kere 20. Yy.’ın deneyine baktığımız zaman, 2. Enternasyonal diye çok kötü bir deney var. Ulusalcı, şoven, kendi burjuvalarının arkasından koşan bir sosyalizm anlayışı… Hem savaş karşısındaki tutum hem göçmenler yabancılar karışışındaki tutum açısından problemli tutumlardı. Avrupa sosyal demokrasisi ve “Avrupalı sosyalistler” aslında tam sosyalist değiller ana akım sosyalistler, 2. Enternasyonalin ruhundan kurtulamadılar.

Peki ne yapmalı sol sosyalistler? İşçi enternasyonalizmin çizgisine gelmesi gerekiyor. Ne demek bu? Bütün işçilerine, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin bakabilmek ve sınır ayrımı yapmadan bulundukları her yerde örgütlemek. Bu ruhla hareket ederlerse o zaman yerli ve göçmen işçilerin kardeşliğini savunacaklar. Ve yerli-göçmen işçilerin ortak mücadelesini önlerine koyacaklar ve tablo değişmeye başlayacak. Bu olmadığı sürece sol sosyalistler bir fark ortaya koyamazlar.

Avrupa’da aşırı sağı tehlikeli olarak gören bir sosyal demokrat kafa var. Bu sosyal demokrat kafa, aşırı sağı geriletmek adına kendisi sağcılaşmaya yönelen bir kafa. Ve ne gariptir ki, şu an göçmenlerin canını okuyan Avrupa Birliği Göç ve İltica Paktının sürdürücüleri, yöneticileri şu an Avrupa’daki sosyal demokrat, Hristiyan demokrat partiler ya da Yeşiller. Bu çizgiyle kapitalistlere karşı dünyanın kurtuluşunu sağlamak mümkün değil.

Sosyalistlerin, uluslararası alanda gerçek anlamda sosyalizmi savunan, işçi sınıfı enternasyonalizmini savunan ve partilerle, örgütlerle bir araya gelip uluslararası göç çalıştayı yapması bu konuda bir tutum geliştirmesi lazım.

‘Gerçek anlamda sosyalist enternasyonal şart’

Berna K.: Röportajımızın sonlarına yaklaştık. Sorunları konuştuk… Olmayanları ve yahut olamayanları konuştuk. Sizin gözünüzde, küresel göç sorununa uzun vadeli bir çözüm için neler yapılabilir? Uluslararası iş birliği, sığınma politikalarının yeniden düzenlenmesi veya köklü nedenlerin ortadan kaldırılması gibi konularda neler önerirsiniz?

Ercüment A.:  Bununla ilgili 3 şey önereceğim. 1’incisi, şu anda Özgür Özel’in de başkanlığını yaptığı, sosyalist enternasyonal, gerçek anlamda bir sosyalist platform değil. Adı sosyalist kendisi sosyalist demokrat bir platform.Oradan çok bir şey çıkmaz.

Sosyalistlerin, uluslararası alanda gerçek anlamda sosyalizmi savunan, işçi sınıfı enternasyonalizmini savunan ve partilerle, örgütlerle bir araya gelip uluslararası göç çalıştayı yapması bu konuda bir tutum geliştirmesi lazım. Bu bölgesel olabilir, kıtalar üzerinde olabilir ya da dünya çapında yapılabiliyorsa daha iyi olur. Şu ana kadar böyle bir çıkış göremedik

İkinci önerim, sendikal alana dair. Dünya sendikaları daha çok bürokratik sendikaların etkisinde. Dünya emperyalist devletlerin zirvesi olan G20’ye angaje örgütler bunlar. Dolayısıyla mücadeleci sendika ve sendikacıların ülkeler, bölgeler düzeyinde bu göç konusunda bir strateji geliştirmek üzere bir araya gelmeleri gerekiyor. Bağımsız bir işçi sınıfı tutumu geliştirmesi gerekiyor. Bu konuda da henüz bir adım görmüş değiliz.

Son önerim de şu olabilir. Bir küresel göç yönetiminin stratejilerini masaya koyarak, bunu anlayarak nasıl bir karşı strateji örebiliriz? Bunun üzerine bir stratejik aklın geliştirilmesi için ülke düzeyinde de dünya düzeyinde de sol sosyalist partilerin, demokratik ilerici çevrelerin de bir strateji toplantısında bir araya gelmelerinde fayda var. Bunlar konusunda adım atılırsa önemli gelişmeler sağlanabilir. Mesele sadece parti ve sendikalara sıkıştırılamaz. Bu konuda çalışma yapan akademisyenler, aydınlar, öğrenci örgütlenmeleri, işçiler tarafından da platformların yapılması gerektiğini düşünüyorum…

Berna K.: Bizim sorularımız bu kadardı, tekrardan vakit ayırdığınız için teşekkür ediyoruz. Sizin sormak ya da eklemek istediğiniz başka bir husus var mı? Eksik kaldığımızı düşündüğümüz bir konu ya da…

Ercüment A.: Hayır, yeterli sorulardı. Umarım faydası olur arkadaşlar, selamlar…

Ercüment Akdeniz Anlattı: Türkiye ve Dünyada Mülteci Politikaları
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir