Mehmet Hanifi
Dua bir temennidir. Dua edilirken doğallıkla her şeyin yolunda gitmesini dilersiniz. Bir iyilik hâline sığınırsınız. Çocukluğunuzda aklınızın bir yerini kemiren acıyı anımsamak sıcak bir tas su gibi tepenizden dökülürken, peşine takıldığınız hayatın pek tekin olmadığını fark edersiniz. Yurdunuzdan sökülüp atılmışsınızdır, göçe zorlanmışsınızdır. Coğrafya nice acılara tanıklık etmiştir. Hayat mutluluk getirmemiştir bir kere. Yolculuk çocukluğadır bu kez, en başa, o en masum ve saf ana, yitirilene doğru yer yer akışkan yer yer durağan bir su gibi akar.
Bu zorlu ve acıtan yolculuğa başlarken herkes kapısını sırtında taşır. (Yönetmen Bahman Ghobadi’nin filminde kapının yerini kara tahta alır, karakter bir öğretmen gibi, yaralı dilin sembolü olan kara tahtayı sırtında taşır. Dilini yitirmek istemez ve onu her yere götürür.) O kapıdan girilmiş, çıkılmıştır, bazı durumlarda ona dönülmemiştir, bazılarındaysa kapı yitirilmiştir. Kapıyı ardımızdan kapatırken nerden bilecektik bir yurtsuzluğun ve köksüzlüğün içine düşeceğimizi? Başta dil yitirilir. Ablanın ağzından dökülen sözcükler, hatırlandıkça keskin bir taş gibi en hassas yerinizi keser, paramparça eder içinizi.
Eve dönüş bir masal yolculuğu gibidir. İyileşmek için en başa, o kaybedilen yurda varma isteği baskın gelir. Başka ne doldurur içimizdeki boşluğu? Kar geçmişin, bellek dediğimiz tozlu zamanın üstünü bütün acımasızlığıyla örtmüştür. Hafif karartılar vardır. Dere yataklarına sığınan ağaçlar belki de küçük birer umut kırıntısıdır. Çocukluk, kahramanın yüzüne bütün çıplaklığıyla çarpar. Yol yitirilebilir. Mazi insana ihanet edebilir. Geçmiş, insanı büyüleyen coğrafyada bir belirip bir kaybolur. Serde köpekleşmek de vardır. Çocukluğa sıkı bir bağla bağlı olmanız yetmeyebilir. Annenin hayalinizdeki yüzü soğuk havada buz tutmuş, mezar taşı olmuştur. Yapmanız gereken artık kapıyı kapamaktır.
Hepimiz biliriz kara ekilen tohumların baharın ilk yüzünü görmeyeceğini ama bir inattır söz konusu olan. Bildiğimizi yapmakta geri durmayız çünkü ne de olsa geçmişi geri getirmeyeceğimizi biliriz, çocukluk ellerimizin arasından kayıp gitmiştir. Yapılması gereken son şey ne? Her şeye rağmen umut bir adım ötemizde mi?
Yukarıda yazdıklarım Arin İnan Arslan’ın son kısa filmi Bêder’in (Serçenin İlk Adımı) bir okuması sadece, bende uyandırdıklarını sözcüklere dökmeye çalıştım. On beş dakikalık kısa bir zamana devasa bir dünyayı sığdıran Bêder detayları, etkileyici sahneleri, seyirciye doldurması için bıraktığı boşluklar ve Dersim-Pulur’un muhteşem manzaralarıyla beni heyecanlandırdı ve sarstı. Film çok katmanlı zengin yapısı ve içeriğiyle farklı açılardan ele alınmayı ve değerlendirilmeyi hak ediyor.
Kırıntı, Sî û Ba, Pera Berbange gibi kısa metrajlı filmleriyle tanıdığımız ulusal ve uluslararası çapta festivallerde birçok ödülün sahibi yönetmenin bu filmiyle kariyerinin zirvesini yakaladığı söylenebilir. Görüntü yönetmeni Ersin Gök’ün etkileyici çekimleri ve görüntüleri, oyuncu Hassan Husein’in senaryoyla bütünleşen oyunculuğu filmin çıtasını daha da yukarıda tutuyor.
Kısa filmlerle yönetmenlik başarısını kanıtlayan Arin İnan Arslan’ın uzun metrajlı filmlerde de performansının nasıl olacağı merak konusu. Ülkemizde bağımsız film yapmanın pek kolay olmadığı göz önünde bulundurulduğunda, bir seyirci olarak yönetmenden böyle bir çaba beklemek en doğal hakkımız olsa gerek.
Her şeyin başı ve sonu imkân ne de olsa.
Kaynak: https://oggito.com/icerikler/-b-der-hangimizin-kapisizligi/67695