Prof. Dr. Şükrü Aslan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Genel
  4. Prof. Dr. Şükrü Aslan: “Müslüman sosyalist”

Prof. Dr. Şükrü Aslan: “Müslüman sosyalist”

featured

Geçtiğimiz hafta Newyork Belediye Başkanlığına seçilen Zohran Mamdani’nin, yaptığı ilk konuşmada ‘Müslüman sosyalist’ olduğunu söylemesi, iktidar-muhalefet çatışmasının çok ötesinde önemi olan bir vurguydu. Zira bir çeşit modern alışkanlık gibi sıklıkla tekrarlanan ‘kimlik siyaseti yapmayalım’ söyleminin aksine, tam da ‘kimlik siyaseti’ yapmıştı. Kimliğin siyasete, siyasetin de kimliğe konu olmasının son derece olağan olduğuna dair bu vurgu, tıpkı seçim zaferi gibi önemliydi.

Belediye Başkanlığı seçimlerinde gördüğümüz gibi Newyork halkının yarısı kimlik siyasetine oy vermişti. Mamdani de kimliği üzerinden bunu gururla vurguladı. Üstelik ABD tarihinde genellikle öne çıkmamış bir kimlikle, Müslümanlıkla. Politik rakiplerinin kampanya sırasında ‘kimlik siyaseti yapmayalım’ uyarıları, olsa olsa maruz kalacakları oy kaybıyla ilgiliydi. Zira neredeyse bütünüyle göçmen topluluklardan oluşmuş bir ülkede ‘kimlik siyaseti yapmayalım’ tezi, Türkiye’de olduğu gibi temelsizdi. Çünkü dünyanın her yerinden topluluklar, ABD’ye kimlikleriyle göç etmiş ve orada sosyolojinin doğası gereği, gelenekleriyle yaşamışlardı.

Mamdani’nin ısrarlı ‘kimlik siyaseti’nin dikkat çekici bir özelliği de, çelişik algıya konu iki kimliği; Müslümanlık ve sosyalistliği birleştirmiş olmasıydı. Müslümanlık inanç kimliğiydi ve bin beş yüz yıl kadar geriye giden bir geçmişi vardı. Diğer dinlerle birlikte, 18 yüzyılda aydınlanmanın en azından dolaylı hedeflerinden biri haline gelmişti. Aydınlanma, ‘aklın’ büyüleyici özelliğini öne çıkardığında, karşısında ‘dini’ alan vardı ve biri ‘ilerici’ olarak kodlanırken, diğeri yani dini alan ‘gerici’ kategoride tanımlanmıştı. Aydınlanma dini açıkça karşısına almasa da adım adım mesafe inşa eden bir tutum geliştirmişti. Voltaire’nin ‘Tanrı var mıdır’ sorusuna, ‘olmasaydı bile yaratırdık’ sözünün işaret ettiği ‘deist’ yaklaşım, bunun bir ürünüydü. Bu yüzden adına aydın denilen bireyler, o zamanlardan bu yana, genellikle dini alanla mesafesi olanlardı. 

Diğer yandan sosyalistlik de aydınlanmacı iklimin bir ürünü olarak ortaya çıkmış modern bir politik kimlikti. Başka bir deyişle kökleri 18. yüzyıla dayanıyordu. Aydınlanmayı referans aldığı için, dini alan ile en baştan itibaren mesafeliydi. Sosyalistler bu tarihsel ilişkilenmeye uygun olarak her zaman dini alanı sorunlu, dinin kendisini de sınıf mücadelesinin önünde bir engel olarak görmüşlerdi. Bu yüzden sosyalistler, en fazla ‘halkın inançlarına saygılı’ oldular ama o inançları bir kimlik olarak hiçbir zaman sahiplenmediler. Daha çok bu alanın tasfiye olacağı veya edileceği zamanları beklediler.

Şimdi dünyanın en büyük emperyalist memleketinde bu iki kimliği birlikte telaffuz eden bir politik şahsiyet var. Hem modern politik düşüncenin izlerini takip eden, hem de devrimin tasfiye etmeye çalıştığı inanç alanını korumaya ve kurmaya çalışan bir politik şahsiyet! ‘Hem gelenekçi hem de modern olmak mümkün mü’ sorusu gereksiz. Çünkü modernizm, bu ilişkiyi en baştan beri sosyolojinin doğasına aykırı şekilde kurdu. Bu yüzden geleneğe atılan modern neşterlerin her biri, tarif edilemez sosyal tahribatlar yarattı.

  • Yüzyılın sonlarında başlayan ekonomik-siyasal-kültürel değişme süreci, ulus devletlerin açmazlarını büyük ölçüde ortaya çıkardı. Hangi coğrafyada olursa olsun sosyolojik alanların devlet gücüyle dizayn edilmesinin o kadar da kolay olmadığı tecrübeyle görüldü. Sosyolojinin kendi dinamikleri vardı ve onlar herhangi bir devlet baskısıyla ortadan kaldırılamazdı. 19. yüzyıldan bu yana her yerde bu yasaklanan, yok edilen veya yok edilmek istenen kimliklerin, bugün görünür olmaları bundandır. Modern dünyanın ‘sorun’ saydığı kimlikler sadece görünür olmuyor, diğer kimliklerle buluşuyor ve aslında kendi doğal mecralarına oturuyorlar.

Mamdani’nin ‘Müslüman sosyalist’ vurgusu buradan okunduğunda tekrarlanması artık hiçbir anlam taşımayan ‘kimlik siyaseti yapmayalım’ sözünün hükümsüzlüğüne işaret eder. Zira kimlikler, geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi, bugün de her yerde birer sosyolojik olgudur. Onları dikkate almayan bir siyaset, (Türkiye’de de olduğu gibi) zaten en baştan itibaren eksiktir. 

Prof. Dr. Şükrü Aslan: “Müslüman sosyalist”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir