Lori Reşwan
New York / Manhattan
Bu şehre ilk geldiğinizde grinin tonları, bulutlara karışmış mega gökdelenler, insan eliyle yapılmış ve vadiyi andıran uzunca sokaklar, rengarenk ışıklar ve tabi dünyanın her yerinden buraya bir şekilde gelmiş çeşit çeşit insan suretleri ve dur durak bilmeyen bir yaşam karşılar sizi.
Her köşe başında nefes almak için yapılmış irili ufaklı parklarından, düzenli caddelerinden ve o koca binaların mimarisinden gözlerinizi alamazsınız. Neresi burası dediğinizi duyar gibiyim! New York Şehri’nin Manhattan bölgesindeyiz.
Dünyanın finans merkezi olarak kabul gören New York, yerkürenin de en popüler şehirleri arasında başı çekiyor. Birleşmiş Milletler Genel Merkezinin de bulunduğu New York’ta her yıl dünya liderleri bir araya gelip, dünyanın gidişatanı belirliyor. New York uluslararası arenada da dünyanın başkenti olarak kabul görüyor.
Büyük atlar, küçük bedenler ve göçmenler
Şehrin en görkemli yerlerinden Central Park’tayız. Bizi parkın güney kısmında, 59. Cadde üzerinde konumlanmış ve şehrin ikonu haline dönüşmüş faytonlar karşılıyor.
Siyah, beyaz, kahverengi, alacalı ve iri hatta bayağı besili sayılacak atların koşulduğu kırmızılı morlu faytonlar sıra sıra dizilmiş. Çoğunluğu erkeklerden oluşsa da kadınların da çalıştığı, farklı deneyimleri olan bir iş kolu bu. Hava Aralık ayında New York’ta çok soğuk ve dolayısıyla sürücüler mevsime uygun, kalın kıyafetler tercih etmek zorunda kalıyor. Kalın montlar, yerle temaslarını kesecek tabanı sağlam botlar, kış sporları yapılırken giyilen pantolonlar ve tulum tarzında kıyafetler seçmişler. Fakat bu kıyafetlerin kalınlığı ve büyüklüğü sürücülerin hareket alanlarını kısıtlamış gibi görünüyor.
Bir kadın sürücüyle konuşmaya karar verip yanına doğru ilerliyorum. Kadın sürücümüzün üzerinden kalın, koyu yeşil renk bir mont ve siyah kalın bir pantolon var. Boynuna, montunun rengine yakın tonlarda bir atkı sarmış ve başında el örgüsü olan mürdüm rengi bir şapka var. Bunların yanı sıra, beyaz ve mor renklere sahip bir faytonu ve siyah bir atı var sürücümüzün. Bu kalın kıyafetlere rağmen erkek sürücülerin yanında ufacık görünüyor. Küçük bedeni ve küçücük ellerinin yanında çok güçlü bakışlara sahip bu kadın fayton sürücüsüyle konuşmaya başlayınca ikimiz de birbirimizin Türkiyeli olduğunu anlıyoruz. Ufak bir tebessümün ardından tanışıyoruz. Gazeteci olduğumu öğrenince şaşırıyor ve ekliyor;
“Meslektaşmışız, ben de gazeteciydim.” diyor.
Ama buraya daha iyi bir hayatı olsun diye binlerce kilometre yol katederek gelmiş. Öğrenciymiş ve yarı zamanlı da Central Park’ta at arabası sürüyormuş. Biz muhabbet ederken müşteri geliyor ve başlıyor onlarla konuşmaya; parkın içinde ki turları anlatıyor, fiyatlarını, içerde neler göreceklerini ve daha fazlasını…
İkna ediyor ve alıyor müşteriyi, ben konuşmamız yarım kaldı diye düşünürken,
“Hadi atla yanıma, sana da bir tur vereyim parkta bu vesileyle.”diyor.
Seviniyorum ve hemen atlıyorum yanına, böylece Central Park’taki turumuz başlıyor. Yılın bu zamanlarında bütün ülkede uzun yeni yıl tatili oluyor. Şükran günü, Noel ve yeni yıl olarak adlandıracağımız bu önemli günler Hristiyan toplumunun geleneksel günleridir. Isa peygamberin doğumu olarak kabul edilen 25 Aralık gününü Amerika, ulusal tatil günü olarak kabul etmiş ve Amerikalılar bu tarihlerde yakınları ile bir araya gelip hediyeleşiyor.
Sürücümüz müşterileri ile kısa bir tanışma gerçekleştiriyor ve parkın iç kısımlarına doğru ilerliyoruz. Sürücümüzün müşterileri biri 8, öteki 10 yaşında çocukları olan Amerikalı çekirdek bir aile. Amerika’nın California Eyaleti’nden New York’a Noel tatili vesilesi ile gezmeye gelmişler.
Ben halimden memnun etrafımı dikkatle incelerken sürücümüz bana dönüyor:
“ Biliyor musun, dünyanın her yerinden insanla tanıştım bu faytonda. Değişik kültürler, çeşit çeşit diller ve başka başka insanlar… Amerikalı, Avrupalı, Asyalı, farklı dinlerden, inançlardan ve farklı etnik gruplardan insanlar…
Gökkuşağının renklerini bu faytonda gördüm ve yaşadım. Herkes başka başka. Büyük bir kısmı çocukları için geliyor. Evlenme teklifi yapmak için gelenlerden, doğum günlerini kutlamaya gelenlere, klip ya da film çekimi yapmak için gelenlerden tutun, sadece atın nal seslerini dinlemek için gelenler dahi var.”
Sonra müşterilerine dönüyor ve konuşmaya devam ediyor, yol önümüzde uzayıp gidiyor ve ben de onu rahatsız etmeden etrafı gözlemleyip tekrar müsait olacağı anı sabırsızlıkla beklemeye devam ediyorum.
Tatile gönderilmeyen atları çalıştırmak yasak
Bu arada fotoğraflar çekiyorum o da müşterileriyle ilgileniyor bir süre daha yol aldıktan sonra tekrar konuşmaya devam ediyoruz;
“Kürdüm!” diye söze başlıyor ve heyecanlı bir şekilde tane tane anlatıyor hikayesini.
“Türkiye’de de hem okudum hem çalıştım. Burada ise faytondan önce restaurantta komilik yaptım, mağazada satış görevlisi oldum… ne dersen o var. Bakma bu işi de yapmazdım aslında; hayvanları çok seviyorum ve burası hayvan hakları konusunda da Türkiye gibi değil.” devam ediyor:
“Sen hiç atların yılda iki defa çiftliklere dinlensinler diye tatile gönderildiklerini duydun mu? Burada var. Ben ömrüm boyunca değil yılda iki kere tatile çıkmak bir defa bile gitmedim.” diyor,
“Irlandalı birine çalışıyorum. Bu iş alanına İtalyanlar ve Irlandalılar hakim. Son zamanlarda Türkler de tek tük fayton sahibi olmaya başladı.” diyor.
Faytonların ve atların temizliği dikkatimi çekiyor ve soruyorum.
“Evet, atların sağlığı önemli. Her fayton sahibinin ortalama iki en fazla da üç atı var. Bu atlar yılın her günü çalışmadıkları gibi haftanın da her günü faytona koşulmuyor. Bunların yanı sıra aynı atla günde yedi saatten fazla çalışmak yasak.”
Atları inceliyorum bu arada, çok güzel ve bakımlılar. Acaba onlar ne hissediyor ve ne düşünüyor diye içimden geçiriyorum. Dünyanın en hızlı şehrinde, en büyük ve ünlü parklarından birinde, birbirinden farklı bu kadar insanı taşımak, dokunulmak, sevilmek ya da bu şartlar da çalışıyor olmak nasıl bir duygu onlar için? Türkiye’deki atları buradaki atlarla kıyaslayınca Türkiye’dekilerin çektiği onca eziyeti düşününce içim eziliyor. “Coğrafya Kader mi?” cümlesini bir kere de atlar icin düşünüyorum; Coğrafya hepimiz için kader sanırım…