Erdoğan Yalgın
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Felsefe
  4. Kurum Yöneticilerinin Vicdanına Seslenmek…

Kurum Yöneticilerinin Vicdanına Seslenmek…

featured
Kurum Yöneticilerinin Vicdanına Seslenmek…

Erdoğan Yalgın

Bir arkadaşım, Munzurpress yayın koordinatörü sevgili dostum Mehmet Bidav’ın son makalesini Dışa Dönüklük ve Özlük Algısı Üzerine: Küçük Kimlik Memnuniyetsizliği” bana attı. Bir çırpıda okudum. Son zamanlarda böylesine nefis bir makale okuyamadığımı, hemen belirtmek isterim. Şiddetle öneririm, mutlaka okumalısınız. Çünkü Mehmet Bidav; bu sayfalarda pek de yazılmayan, özüne dokunulmayan, dile getirilmeyen bazı içsel sorunları açık bir yüreklilikle dile getiriyor. Bidav’ın makalesi; psikolojik, toplumsal ve siyasal düzlemleri aynı anda tartışarak “küçük kimlik memnuniyetsizliği” kavramını berrak bir şekilde temellendiriyor.

Bidav; yazısında içsel bir yaraya, haklı olarak parmak basıyor. O yara gerek Avrupa’da ve gerekse Türkiye’deki örgütlü yapıların içerisinde hemen göze çapıyor. Bu örgütlü yapılar içerisinde mücadele eden, toplum içerisinde emeğiyle sivrilmiş kendi aydınını, yazarını, sanatçısını, siyasetçisini, entelektüelini nasıl değersizleştirildiklerini, dostane bir üslupla gözler önüne seriyor. Bu durumu, şöyle formüle ediyor.

“… Onlar “bizim”, “bizden”, “bizim içimizden çıkan”dır. Dışarıdan gelen, söylenen, yapılan daha önemlidir. Dikkate değerdir. Kendi sanatçısını, entelektüelini, üreten üyelerini, insanını fark etmez. Dışarıdan birine büyük tavizler, toleranslar tanırken yakının en ufak hatasına tahammül etmez. Bu dışa dönüklüğün ve yakın çevrenin ihmal edilmesi psikolojik/kimliksel bir sorunla derinden bağlantılıdır.”

Bidav; makalesinde, yıllarca köşe başlarını kapmış kurum yöneticilerinin, içine düştükleri hazin öyküyü anlatıyor.  Kurum yöneticilerinin bireysel psikolojiden hareketle, toplumsal refleksi ve kurumsal davranış kiplerini, siyasal tercihler ve küçük çıkarlar temelinde nasıl da hiç ettiklerine sessizce vurgular yapıyor. Öyle ki bu sorunun; bir duygu yada sadece bir siyaset eleştirisi olmadığını, sistemsel bir döngü olarak bunu muhataplarına hatırlatıyor.

“Diğer gelişim sürecini tamamlamamış toplumlar gibi Kürt toplumunda da bu durum sık yaşanır. Aynı şehirde, kültürde, hatta dilde üreten sanatçılar göz ardı edilir. Dışarıdan gelenler ise sahnelenir, ödüllendirilir. Kendi aydınına, yazarına, sanatçısına, siyasetçisine değer vermez. Onlar doğal ‘hamal’ olarak görülür. İş verilse veya görev verilse de karşılığı verilmez. Destek olunmaz. Gelişimine yardım edilmez.”

Aslında dikkat edecek olursak, bu satırların hiç de yabancısı değiliz! Hatta çoğu zaman çoğu yerlerde-platformlarda tek tek bizler de bunu aynen dile getirmişizdir. Her defasında türlü tartışmalara konu olan bu durumu; Birlikte yola çıkılanların, yolculuk içerisinde “yolda bulunanlara” takas edilmesi, yola çıkılan “yoldaşların yolda bırakılması” ve “dışarıdan yeni bulunanlarla yol alınması” etik olmadığı gibi hakkaniyete de sığmayan bir gerçekliktir. İşin en acı tarafı ise bu kurum yöneticilerinin ağızlarında pelesenk ettikleri anahtar bir sözcük vardır. O da artık bu ağızlarda sıradanlaşmış haliyle “hak ve hakikat” nakaratlarıdır. Çok yazık!

Öte yandan aslında bu durum, sadece Kürt toplumu, kurumları ile alakalı bir sorun da değil, kurumsal bağlamda gelişim sürecini tamamlayamamış başka toplumlarda da aynen göze çarpan bir derin yaradan söz ediyoruz. Örneğin Alevi toplumu için de aynı şeyleri rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla makaledeki anlatım içerisindeki “Kürt Toplumsal Refleksi” ara başlığını “Alevi toplumu refleksi” olarak da ele alabiliriz. Zira demokrasiyi özümsememiş kendine özgü bütün örgütlü yapılar içerisindeki bireysel egolu davranışlar, üç aşağı beş yukarı aynı formel düzlemde hareket etmekte.

Bidav; “…Aynı şehirde, kültürde ve dilde üreten sanatçı veya entelektüel göz ardı edilirken, dışarıdan gelenler sahnelenir ve ödüllendirilir. Bu refleks, bireysel kırılmayı çoğaltıyor ve toplumsal kimlik algısını zedeliyor.”  Serzenişinde bulunurken, tam on ikiden vuruyor. İşte o “hak ve hakikat” aslında tam da burada filizleniyor-yeşeriyor.

Düşünsenize; aynı mahallenin içerisinde, aynı özgün sorunlar hattında, omuz omuza mücadele vermiş “sanatçı veya entelektüeller,” kurum yöneticileri tarafından yapılan etkinliklere çağırılmıyor. Bunun yerine dışarıdan, sözüm ona suya-sabuna hiç dokunmadan, “hem nalına hem mıxına vurmuş”, hiç bir siyasi aktivitesi olmayan, has bel kadar popüler olmuş sözde “sanatçı veya entelektüeller” bu kurumlarda maalesef baş tacı ediliyor. Haksızca elde edilmiş bu tacın takılmasında ise zamanından, ekonomik değerlerinden ödün vererek, onları izlemeye gidenlerin bu tuzağa düşmeleri, insanın içini kanatıyor.

Hiç kuşku yok ki bu makale, kimlik, değer, görünürlük ve dışa bağımlılık arasındaki ilişkileri çok katmanlı bir şekilde tartışıyor. Aynı konuyu siyasi yelpaze için de ele alıyor. Seçimlere kadar hiç bir varlık göstermeyenler, hatta zıt yönlerde iz sürenler, seçim zamanı geldiğinde bir de bakıyorsunuz ki; liste başında meclise giriyor.  Bidav; bu seyisleri, şöyle anlatıyor.

“Dışa dönük olmak, içi çürütür! Siyasi aktörler de aynı refleksi yeniden üretir. Yerel temsilciler veya partiler, dışarıdan gelen figürleri daha değerli ve görünür kılar. Batı’da, Avrupa’da veya büyük şehirlerde konumlanan -kendi dışındaki- isimleri en ön sırada konumlandırır. Dışa dönük olmak, içi çürütür. (…) Döngüyü Kırmak “Yakındakini ihmal, dışarıdakine hayran ol” refleksi, bireysel psikolojiyi, toplumsal kimliği, kurumsal davranışı ve siyasal tercihleri etkileyen bir karma döngüdür.”

Oldukça sade ve bir o kadar da içi kanatan, karartan bir yaranın sarılmasını umumiyetle salık veriyor. Ne diyor “Yakındakini ihmal, dışarıdakine hayran ol” refleksi. Üzücü!

Eleştirel ama saldırgan olmayan, bu yapıcı dil, Bidav’ın konuya ne derece titiz bir şekilde yaklaştığını gösteriyor. İçeriden biri olarak, dışarıdakilerinin kurum yöneticileri tarafından nasıl da haksız yere ödüllendirildiklerini, üzülerek tarihe not ediyor. Bunu da, en çarpıcı bir cümleyle somutlaştırıyor. “Dışa dönük olmak, içi çürütür Biliyorum, bunun üzerine söz söylenmez! Söylense de anlamayan zaten dinlemez! Devam edelim:

“Gelişim sürecini tamamlamamış topluluklar dışa dönük olur. Bireyler, aileler ve toplum aynı psikolojik refleksle hareket eder. Burada kültürel, sanatsal, edebi, ekonomik veya düşünsel üretim seviyesinin bir anlamı yoktur. Onlar “bizim”, “bizden”, “bizim içimizden çıkan”dır. Dışarıdan gelen, söylenen, yapılan daha önemlidir. Dikkate değerdir.“

Bidav; Bu küçücük makalesiyle bireyden başlayıp topluma, oradan kuruma ve siyasete uzanan çok katmanlı bir analiz kuruyor. Bu çarpık ve bir o kadar da kronikleşmiş örgütlü hiyerarşiyi, sadece  basit bir şikâyetle ele almıyor, bunun sistemsel bir refleks olduğunu, okuyucusuna çok iyi hissettiriyor.

Ne dersiniz, son sözü Mehmet Bidav’a bırakalım mı? Konuyu, Onun özetiyle sonlandıralım.

“Kendi sanatçısını, entelektüelini, üreten üyelerini, insanını fark etmez. Dışarıdan birine büyük tavizler, toleranslar tanırken yakının en ufak hatasına tahammül etmez. Bu dışa dönüklüğün ve yakın çevrenin ihmal edilmesi psikolojik/kimliksel bir sorunla derinden bağlantılıdır.

Diğer gelişim sürecini tamamlamamış toplumlar gibi Kürt toplumunda da bu durum sık yaşanır. Aynı şehirde, kültürde, hatta dilde üreten sanatçılar göz ardı edilir. Dışarıdan gelenler ise sahnelenir, ödüllendirilir. Kendi aydınına, yazarına, sanatçısına, siyasetçisine değer vermez. Onlar; doğal ‘hamal’ olarak görülür. İş verilse veya görev verilse de karşılığı verilmez. Destek olunmaz. Gelişimine yardım edilmez.” Nokta.

Hak ile kalın!

Kurum Yöneticilerinin Vicdanına Seslenmek…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir