Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Siyaset
  4. Yara Yarayı Besler: Toplumların ‘Yüzleşme’ Çıkmazı

Yara Yarayı Besler: Toplumların ‘Yüzleşme’ Çıkmazı

featured

“Köle efendisinin, parya Brahman’ın, köylü toprak sahibinin, işçi patronunun karşısına çıplak yüzüyle çıkmaz çoğunlukla. Ezen de ezdiğiyle yüzleşmez doğrudan. Kişisel iktidar ilişkilerinde, aslında hiçbir iktidar ilişkisinde…” der James C. Scott.

Bu dolaylılık, bu ezop dili “açmaz”a alır ülkeyi. Trajik görüntüler eşliğinde göndere çeker nefreti. Boğar umudu… Yoksanmış yurtsuzlar, itilmişler, incinmişler korkar olur yaşamdan, çekilir sokaklardan… İn-cin top oynar, düşer hayatın gözkapakları.

Hal buyken, dolanır insan çoğunlukla. Dolanır durur. Labirentlere girer. Dolambaçlı yollara sapar; karmaşığı, belirsizliği, örtünmeyi, ezop’u tercih eder böylece… Göstermez olur kimse kimseye ne acısını ne de yarasını…

Empati kaybolur. Sükutu hayal olur birlik, birliktelik… 

James C. Scott’un dediği gibi, yüzleşmemektir asıl sorun zaten. Çıplak yüzle çıkmamaktır ötekinin karşısına! İncittiği, acılar yaşattığıyla yüz yüze gelmemektir ısrarla! Köprüler kurmak, yollar yapmak yerine yar’lar açmaktır ha bire… Buluşmak, kardeşleşmek için Ferhat gibi “dağları delmek” yerine, duvarlar örmek bir de. Olmadı, derin dipsiz kuyular kazıp tüm sorunları derdest edip içine atmak!

Empati kaybolur. Sükutu hayal olur birlik, birliktelik

Bu güzel ülkede Ahmed Arif’in, “Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız/ Karşıyaka köyleri, obalarıyla /Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, / Komşuyuz yaka yakaya /Birbirine karışır tavuklarımız” dizeleriyle anlattığı bu ortak vatanda ne çok kuyu ne çok kutu var böyle!

Pandora’nın kutusu, kara kutu, karanlık kutu…

Tanrılar kurban ister…

Ah, her arafe gününde tanrılar ne çok kurban ister!

Sorunlar büyüdükçe bu dolaylı iklimde, çözüm arayışları yerine “sınırsız” ve “orantısız” kelimelerin geçtiği cümleler ne de çabuk çoğalır böyle! “Barış”, “uzlaşı”, çözüm”, “diyalog” gibi kelimeler nasıl yekten değersizleşir! Nasıl hepten solup gider Arif’in “kardeşlik” dizeleri… Çözüme odaklanan ve hayli yol alan politik güçler, nasıl böyle bir anda ayrışarak kendilerini karşı kıyılarda bulur? “Yakınlaşarak” birbirlerine çıplak yüzle bakma, dokunma olanağını bulanlar, nasıl olur da tekrardan kötü ve ölümcül cümleler kurmaya başlar?

Aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan toplumlar birbirlerine ihtiyaç duyar oysa. Toplumları bir arada tutan; ortak yaşamın yaratıcı değerleri kadar, birbirlerine duydukları ihtiyacın farkına varışlarıdır.  İlişkileri bir adım ileri taşıyacak bu farkına varış, iki toplum arasındaki sübjektif ögeleri, (yargıları, önyargıları, korku ve güvensizlikleri) de tasfiye eder. Bariyerleri kaldırarak yakınlaştırır. Öğretilmiş kin ve nefret duygusunu törpüler.  Böylece şiddet ve kaostan beslenenler boşa düşer.

Halklar sosyolojik olarak barışıktır

Halklar sosyolojik olarak barışıktır

Bilirler tohumun nasıl başağa dönüştüğünü ve başağın ekmeğe… Türkiye halkları arasında da halkların kendi ürettiği sorun yoktur. Toplumlar sorun üretmez, sorun toplumlara servis edilir. Aydınlanarak kendi hayatlarının öznesi olamayan toplumlar, bu sorunları “sahiplenerek” içselleştirir. Güçlü bir özdeşlik kurarak aidiyeti yapar ne yazık ki…

Dediğimiz gibi haklar arasında sorun yoktur. Aksine ortak vatanda “eşitlik, özgürlük” gibi kolektif talepleri vardır. Bunlar sorun değil, taleptir.  Bu talepler onları ayrıştırmaz, aksine yakınlaştırıp birleştirir. 

Ancak manipülatörler, halkların ortak taleplerini “halk arası çelişki”ye dönüştürerek servis ederler. Böylece birine dayanarak ötekini örselerler. İllüzyon öyle güçlüdür ki, birinin acısını ötekinin mutluluğu yaparlar. Birinin varlığını ötekinin yokluğuna bağlar ve aynı illüzyonla buna inandırırlar.

Bundandır birçok halk, toplum, ulus, ülke aynı anakarada bir arada yaşadığı halde birbirini görmez! Acısına, yarasına tanıklık etmez. Aksine histerik biçimde incitir onu. Sosyal ve kültürel bağ kurmaktan kaçınır. Bu da ötekine karşı onu; “şiddet düşkünü, hoşgörüsüz, suçlayıcı ve öfkeli” yapar.

Yüzleşme, bağ kurma yakınlaşma olmadıkça da bu durum değişmez. Oysa Güney Afrika örneğinde de görüldüğü gibi, toplumlar, politik taraflar yüzleşerek çözmüşlerdir sorunlarını. Travmalarını yüzleşerek atlatmışlardır. Öyle de sarmışlardır yaralarını.

Yara yarayı çeker, yara yarayı besler

Olmadı mı yara yarayı çeker, yara yarayı besler. Tekrar tekrar devreye girer provokatörler, manipülatörler, halkların yüzleşerek yakınlaşmaması için “yeni yaralar” açar. Daha büyük daha etkili bariyerler koyar, duvarlar örer. “Eski defterleri” karıştırır. Manipülasyon ve dezenformasyonlarla toplumda bir tür “borçluluk” ve “suçluluk duygusu” yaratarak, ötekiyle yakınlaşmasını engeller!

“Benim acım birinin gülüşüne sebep olabilir. Ama benim gülüşüm asla birinin acısına sebep olmamalı.”

Oysa çıplak yüzle çıkmalıyız birbirimizin karşısına. Yenik düşmeden karşıtlığa; esiri olmadan öfkenin, nefret söyleminin… Yüzleşmeliyiz doğrudan. Hakikate açılmalı yüreklerimiz. Ortak vatan gibi acılarımızı da ortaklaştırarak… Ezen ezdiğine, ezilen ezene göstermeli yüzünü… Ve daha çok su almadan açık denizlerdeki gemi, oturmadan kayalıklara kurtulmalı ağırlıklardan. Ağırlık ki, inkâr etmektir ötekini, kin ve nefret söylemidir dile pelesenk olan, yüzleri saklayan…

Nede güzel söylemiştir anahtar sözü, Charlie Chaplin: “Benim acım birinin gülüşüne sebep olabilir. Ama benim gülüşüm asla birinin acısına sebep olmamalı.”

Yara Yarayı Besler: Toplumların ‘Yüzleşme’ Çıkmazı
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir