Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Siyaset
  4. “Siyaset”in kökeni, kavramsal içeriği ve güncel niteliği…

“Siyaset”in kökeni, kavramsal içeriği ve güncel niteliği…

featured
Tıkanma, “taraflar”ın çözümsüz yaklaşımında değil, “siyaset”in kavramsal yapısındadır.

Tıkanma, “taraf”ın ya da “taraflar”ın çözümsüz yaklaşımında değil; yürüttükleri “siyaset”in kavramsal yapısındadır. Daha doğrusu, “siyaset”e yükledikleri “anlam”dadır.

I. Bölüm:

Şöyle düşünürüm: Çözümsüzlük; her durumda siyasal güç ya da tarafların, aldığı tutumdan kaynaklı değildir. Daha çok, tutum sahiplerinin kavramsal olarak “siyaset”e yüklediği anlamla ilgilidir. Siyaset, kavramsal olarak problemli oldukça, bir diğer ifadeyle kavramsal yapı çağın, sürecin ihtiyaçlarına uygun içerikler taşımadıkça çözümsel olamaz. Dolaysıyla çözüm gelişmez.

Güncel siyasete ve siyasal güç ilişkilerine buradan bakmak yerinde olur. Aksi durumda olup bitene anlam vermek, doğru anlamak güçleşir.

Siyaset, toplulukların birlikte yaşamanın belli kurallara bağlanması istemiyle ortaya çıkar…

Siyasetin etimolojik kökeni…

Doğa; yapısı gereği insanların bir arada yaşamasını zorunlar. Çetin koşullar bunu “aranır” yapar. Siyaset de insanın ya da insan topluluklarının “birlikte yaşama, barınma zorunluluğunu” belli kurallara bağlanmasını talep etmesiyle ortaya çıkar. Mezopotamya, Mısır, Çin, Hindistan gibi alanlar ilk merkezlerindendir. Atina’da siyasetin gelişkin ve sistematik biçimlerine tanıklık etmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında ise siyaset başlangıçta dinsel ve askeri yapının kontrolündedir. Fransız devrimi, Rönesans gibi süreçler hak ve özgürlükleri öne alır ve bu da siyasal kimlik ve yapıların oluşmasına yol açar…

Siyaset başlangıçta natüreldir.  İlk insan toplulukları birlikte yaşama, barınma gereksinimi duyar. Bu gereksinimin yarattığı “kural arayışı” natürel normlar taşır. Hesap-kitap içermez.  Burada siyaset-amaç ilişkisi çoğunlukla sosyaldir.   Ancak Fransız devrimiyle önce sınıfsal, sonra ulusal norma bürünür. 19. ve 20 yy. birlikte bir de ideolojik içerikler kazanır.

Ulusçu siyasetin doğuşu…

Sanayileşmeyle ortaya çıkan burjuvazi ulusçu siyasetin yaratıcısıdır.

Fransız devrimi ulus devletlerin (modern devlet) miladı kabul edilir. Feodalizmden kapitalizme geçişi de ifade eder. Sanayileşme ve ortaya çıkan burjuva sınıfı; monarşik feodal yapılara karşı ulusçu eğilimleri güçlendirir. Böylece “ulusal egemenlik” (hakimiyet), ulusçu siyasetin ana teması/içeriği haline gelir. Siyaset, “birlikte yaşama, barınma arzusu” bandından çıkarak “sınırları ve sahip olduklarını koruma” bandına geçerek öznelleşir.

Küreselleşme elbette “ulus devlet”e dayalı siyasete etkide bulunur.  Devletin küçültülmesi yoluyla güçlendirilmesini öngörür. Siyaseti daha esnek ve liberal bir forma sokar.  Aynı biçimde açık yönetim, merkeziyetçiliğin azaltılması gibi etkiler yaratır. Ancak anlayış ve içerik olarak ulusçuluğu korur. Küresel politikalar, önemli sosyal kültürel değişimlere yol açsa da “ulus devlet”i ve “ulusçu siyaset”i bozmaz.

Ulusçu siyasetin küresel gücü…

Vardığımız sonuç şudur: Küreselleşmeye rağmen ulusçu siyaset bugün de güçlüdür. Siyaset, kavramsal olduğu kadar pratik bağlamda da ulusçu kalmıştır. Küreselleşme, etkin kültürel etkileşim ve geçişlere rağmen köklü değişimler yaşamamıştır. Bugün de demokratik içerikten uzaktır. Tarihsel perspektiften bakıldığında Rönesans, Paris Komünü, Ekim Devrimi ve ilişkili süreçlerin bile bu bunu değiştirmediği görülür.

Özellikle 2. Paylaşım savaşının yol açtığı toplumsal ve ulusal parçalanmalar modernitenin, “güvenlikçi” politikalara daha sıkı sarılmasını sağlar. Sanayi devrimi, Paris komünü ve onu izleyen sosyal devrimler hak ve özgürlükler bağlamında bazı açılımlara yol açar. Ancak kavramsal içerik ve pratik değişmez. Modernite ulusçu siyasetten- demokratik siyasete geçiş yapmaz. Olası geçişleri de engellemeye çalışır…

Siyasal tıkanmanın nedenleri…

Şekil 1: Ulusçu siyaset, siyasetçiyi paranoid alana çekerek yalnızlaştırır.

Konuya buradan bakıldığında tıkanmanın asıl nedeni ya da nedenleri de görülmüş olur. Tıkanma, “taraf”ın ya da “taraflar”ın çözümsüz yaklaşımında değil; yürüttükleri “siyaset”in kavramsal yapısındadır. Daha doğrusu, “siyaset”e yükledikleri “anlam”dadır.Ulus devletlerin ve bu devletlerin idari yapıları (Meclis, Hükûmet, Başkanlık, Cumhurbaşkanlığı vb.) siyasete Makyavelist yaklaşır. Pragmatist anlamlar yükler. Siyaseti, “çözüm ve değişim aracı” olarak değil, “ulusal güvenliğin” etkin aracı olarak algılar. Kavramsal anlam bakımından “değişim, demokratikleşme, iletişim, uzlaşma, birlikte yaşama” gibi değerler içermez. Bu da siyasetçiyi soyutlayarak hızla paranoid alana çeker. Çözümsel alan, üslup ve ilişkilerden uzaklaştırır.

Ulusçu siyasetin ana karakteristiği bencillik ve kuşkuculuktur. Çözümsel düşünmez. Paranoyalarla doludur. Bu da siyasal erkin tehdit algısını genişletir. “Uzlaşı” arayışından alıkoyar. Siyaset, kavramsal olarak “şiddetsiz ve uzlaşıcı” bir çağrışım yapsa da siyaset gerçekliktir” der. Gerçek ise bir çırpıda söylenen sayısız “karşıt” ve bu karşıtların yarattığı “tehdit”tir. Tehdit karşısında korunması gereken ulus devlettir. Ulusçuluktur. Ya da ona indirgenmiş “çıkarlar” dizisidir.

Peki neden? Ulusçu siyasette ısrarın nedeni nedir?

Birincisi; 2. paylaşım savaşının yarattığı siyasal ve ruhsal travmadır. “Parçalanma korkusu” ulusçuluğu ve ulusçu siyaseti kurumsal alana çeker ve korur.

İkincisi; Sosyalist dalganın yarattığı etkidir. Kapitalist modernite, bu etkiden kurtulmuş değildir. Demokratikleşmeyi, hak ve özgürlükleri sosyalizmin (çözülmüş de olsa) özel aşaması olarak algılamaktadır.

Üçüncüsü; “Gerçekçilik”in yani Makyavelist aklın hakimiyetidir.

Dördüncüsü; toplumsal bölünme ve ayrışmaların yarattığı yabancılaşmadır. Bu yabancılaşma, “bir arada yaşama” istencini kavramsal içerikten çıkarmıştır.

Gelecek bölüm: Siyasetin kavramsal içeriği ve güncel boyut…

“Siyaset”in kökeni, kavramsal içeriği ve güncel niteliği…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir