Newton, “Bir kuvvetin uygulanmasıyla durumunu değiştirmeye mecbur edilmediği taktirde, her cisim bulunduğu hareketsiz halde veya düzgün hareket halinde kalır” der.
Anlatmak istediği şudur: Hareketsiz halde duran ya da sabit bir hızla hareket etmekte olan bir cisime, her hangi bir başka kuvvet uygulanmadığı sürece bu durağan halini korur. Daha açık ifadeyle bir cisime uygulanan kuvvetin bileşkesi sıfır ise cisim o andaki konumunu korur. Duruyorsa durmaya, hareket ediyorsa sabit hızla hareket etmeye devam eder. Fizikte buna “eylemsizlik prensibi” denir.
Siyasal erkler de bu kuralı uygular ve prensiple özdeşleşen toplumlar arzular. Zira “eylemsizlik prensibi”ne uygun davranışlar toplumları statik (durağan) konumunda tutarken erk’ geniş alanlar açar. Toplumların niteliğini ise ona etki eden iç ve dış dinamikler belirler. Bu dinamiklerin varlığı, yarattıkları etki düzeyi ya da düzeysizliği toplumları karakterize eder.
AÇALIM: Statik (durağan) toplumlar değişime kapalıdır. Statüko dışı davranışlara ve yeniliğe direnç gösterir. Bu toplumlarda sosyal statüler kadar roller de statiktir. Genellikle geleneksel ve yerleşik normlara, değer yargılarına göre işler. Durağanlığı bozacak itici güçten ayrışık ve yoksundur. Ya da bir tür tecride alınmıştır. Buna gelenekselliğin sıradan ve statik hali de diyebiliriz….
Durağanlığın nedenleri…
Bu durağanlığın iki temel nedeni vardır. Birincisi toplumsal dinamiklerin yokluğu ya da zayıflığıdır. (Ki bu durumda toplum, dinamizmini kaybederek devindirici özelliğini yitirir.) İkincisi, iktidarların geleneksel seyrinde ortaya çıkan baskılayıcı prestir.
Durağanlığın asıl nedeni Newton kuralında olduğu gibi, cisime yani topluma etki ederek harekete geçirecek etkinin olmayışıdır. Zira hareketsiz halde duran bir cisimi, ancak etki edecek bir kuvvet hareketli hale getirebilir. Bundandır ki geleneksel güçler fizikteki “eylemsizlik prensibi”ne benzer bir yol izlerler. Toplumu değişim bandına taşıyacak dinamikleri büyük bir özenle bloke ederler. Böylece toplumların demokrasi talebinde kendilerini başarıya ulaştıracak güçlerden (dinamiklerden) yoksun kalacaklarını düşünerek rahatlarlar. Kendilerini zorlayacak iç dinamikleri (Hitler örneğinde olduğu gibi) ortadan kaldırmayı ya da sınırlamayı temel “güvenlik şartı” sayarlar.
Konuya tekrar döneceğimizi belirterek devam edelim: Durağan toplumlara karşın dinamik toplumlar tersi bir yol izler. İç dinamiklerin varlığı, gücü ve organize hali toplumları pozitif yönde etkiler. Durağanlığını kırarak değişime zorlar ve hazırlar. Değişimin ana unsuru ise, iç dinamiklerin değişim yönündeki arzuları ve yaratıcı potansiyelidir.
Dinamizm, dinamik toplumlar ve sosyal dinamikler…
“Dinamizm, organizmanın canlılığını sürdürebilmesi için gerekli enerji dönüşümüdür.” Canlılık organizmanın durağanlaşmasını nihayetinde ölü hücrelere dönüşerek sönümlenmesini engeller. Bunu, iç dinamikler+dinamizm+enerji+enerjinin dönüşümü olarak formüle etmek mümkün…
Enerji başlı başına bir anlam taşımaz. Sınıfların, halkların, toplumların, örgütlerin muazzam enerjileri olabilir. Ancak önemli olan bu enerjinin yaratıcı dönüşümüdür. Başka bir ifadeyle kullanım biçimidir. Bu anlamda dinamizm, enerjinin üretken dönüşümünü kapsar. Böylece enerji bir formdan diğerine geçer. İç dinamiklerin ürettiği toplumsal enerji de aynı rolü oynar ve köklü değişimlere yol açar. Bu anlamda dinamizm, tarihi değişim ve dönüşümlerin yaşandığı süreçleri ifade eder. Bundandır ki demokratik değişim ve devrimsel süreçler dinamik süreçlerdir.
Dinamik yapılar güncel toplumsal ihtiyaçlara yanıt verir, öyle de ilerler ve dönüşüm yeteneği gösterirler.
Bir toplumu değişim bandında tutan ya da bu banda taşıyan da iç dinamiklerin üretken varlığıdır. Buna sosyal dinamikler de diyebiliriz. Sosyal dinamik, insanlığın bir aşamasından diğerine geçmesini, yani toplumsal değişimi ifade eder. İlerici, itici gücü olarak sahne alır.
Devrim ve değişimi (bazı durumlarda dış dinamikler belirleyici olsa da) iç dinamikler sağlar. Örneğin sınıf hareketleri, sosyal devrimlerin dinamiği olarak tarihteki yerini alır. 19 ve 20. yüzyıllarda, ezilen sınıf ve toplumların değişim isteğinin yarattığı enerjinin dönüştürücü niteliğinin sıra devrimlerle sonuçlandığını bilmeyenimiz yok gibidir.
İç dinamiklerin varlığı sadece enerjiyi tanımlamaz; dönüşümünü de ifade eder. Her toplum tarihin hangi aşamasında olursa olsun, hangi toplumda yaşanırsa yaşansın değişim için bu enerjiye sahip dinamiklere ihtiyaç duyar. Yoksa aklın, fikrin, zikrin, emeğin, aletin, aracın ne kadar güçlü olursa olsun değişim gerçekleşmez.
Değişimin başkaca yolu yoktur…
Değişimin başkaca yolu yoktur. Felsefe, tarih, ideoloji, fizik, matematik, akıl ve akil elbette önemlidir. Fikre ve zikre elbette ihtiyaç vardır. Ancak daha da önemli olan emekçi, köylü, işçi, halk, gençlik, kadın, parti, sendika, dernek gibi dinamiklerin değişimi ne oranda arzuladığı ve bu arzuya uygun ne oranda saf tuttuğudur.
Bu genel teorik belirlemeler ışığında günceli gözlemlemek ve yorumlamak olabilir.
Şöyle ki: Demokratik değişim arayışındaki güçlerin tarihi yükselişi iç dinamiklerin yaratıcı enerjisiyle alakalıdır. Değişim dinamiklerinin statik eşiği aşmasının, yeni bir toplumsal biçimini tetikleyerek öncelediğini görüyoruz. Bu enerji, “sabit cisim” özelliğinde olan “durağan topluma” doğrudan etkide bulunuyor ve böylece toplum “bir halden başka bir hale geçerek dinamize oluyor… Aynı biçimde iç dinamiklerin zayıflaması (ya da zayıflatılması) toplumu, geleneksel yani durağan topluma geri itiyor…
İç dinamiklerin yarattığı yeni dinamik toplum, durağan topluma tamamen evrilmemiş de olsa, hayli ağırlaşarak “yavaş toplum” (*) kimliğine büründüğünü söylemek yanlış olmaz. “Yavaş toplum”da, iç dinamikler giderek zayıflar, etki düzeyleri düşer. Dinamizm kaybolur. Toplumsal kazanımların korunması güçleşir. Entelektüel akıl ile toplum arasındaki yaratıcı bağ sorunlu hale gelir. Her şeyi ağırdan alan, değişime tam inanmayan, geleceğe kuşkuyla bakan yapılar hasıl olur. Demokrasi mücadelesi; üstünkörü, inancı ve aidiyet duygusu zayıf insanlara tanıklık eder. Her şey yavaşlar. Düşünce, eylem, arayış, ilişki vs. sıradanlaşır.
Dinamiklerin tasfiye süreci.
Bu gözlemler yanlış olabilir ya da yanlış görülebilir. Adı üzerinde “gözlem”. Ancak “yavaş toplum ve yapı” akışına kapılmayanlar bunu doğru ya da doğrular içeren gözlemler sınıfına koyabilir.
Aslında olup biten doğal bir sürecin unsurları değil. Bir “tasfiye süreci” işliyor gibi… İki basamaklı bir süreç… Birinci basamağında erk; ikincisinde ise, demokratik güçlerin kendisi var!
Erk, “eylemsizlik prensibi”ne bağlı olarak toplumu değişim bandına taşıyan dinamikleri bloke etmiş ya da darbeleyerek yavaşlatmış gibidir.
Demokratik güçler ise, iç dinamiklerle olan yaratıcı bağını önemli oranda yitirmiştir. İç dinamikler, darbelerle devindirici özelliğini kaybettikçe, demokratik güçler zayıflamaya başlamıştır. “Yavaş toplum ve yapı” özellikleri, tasfiye sürecini besleyen ve toplumu durağanlığa iten bir başka faktör olarak öne çıkmış gibidir.
____________
(*) Buradaki “yavaş toplum” Sosyolojik olarak tanımlanmış “yavaş toplum”la karıştırılmamalıdır.
Yaptığım yorumlar siliniyor, nedennini anlayamadım.
Bir yanlışlık vardır İmran Bey, lütfen yorumlarınızı gönderin… Hata olmuştur. Hakaret, küfür vb. yoksa yorumlar yayınlanıyor..