Lümpenler gerçek anlamda “sınıf dışı” (de clase) unsurları kapsar. Sınıflandırılamazlar. Lümpenlerin, sosyal kökleri, ahlaki kuralları yoktur. Bu yapılarıyla sosyal evrimin dışında kalarak bir tür engel oluştururlar. Erk’e, gerçek güç sahiplerine itaate hazır yapılarının yanı sıra, onlarla tipik tarzda benzeşirler.
Toplumsal lümpenleşme ya da toplumun lümpenleşmesi ne anlama gelir? Elbette lümpen grup ve bireylerin “gerçek nüfus içindeki oranının artması anlamına gelir. Döngüsel ekonomik krizler sırasında artan toplumsal eşitsizlik karşısında lümpen psikolojinin yayılması gibi bir anlam taşır.” Bu trajik biçimde erk’e öykünür, onu taklit eder.

Paralel çürüme
Sosyal lümpenizm, siyasal lümpenizmin “izdüşümü” gibidir. Mücadele yeteneğini kaybetmiş toplumlar erk’i taklit eder, ona özenir. Siyasal erk yozlaştıkça, toplum da aynı yolu izleyerek yozlaşır. Buna “paralel çürüme” de diyebiliriz. Toplumsal lümpenizm, erk’in toplumu itebileceği en son noktadır. Ötesi kaostur, uçurumdur.
Türkiye siyasal tarih hiçbir döneminde bugünkü tabloyu vermez. Erk ile toplum arasındaki politik, ahlaki makas kapanmış; politik merkezler “öncü” niteliklerini kaybetmiştir. “Vur patlasın, çal oynasın”, “kim kime dum duma”, halleri “tavan”dan “taban”a doğru yayılarak, sosyal yapıları sorumluluk alanının dışına itmiştir.
Erk, toplumsal amaçtan düşünce; toplum da lümpenleşerek “gelecek düşünden” olmuştur. Bunun politik tezahürü ise, sosyal sınıflar kadar politik yapıların da karşılıklı olarak birbirilerinden beklentisinin kalmamış olmasıdır!

Lümpenizm tüm topluma yayılmıştır
Bu tablo, lümpenizmi, sadece bir kesimin, bir sınıfın değil, tüm bir toplumun davranış biçimi haline getirmiştir. Toplumun kendi ilişkileri kadar, erk/iktidar ilişkisi de lümpencedir. Dolaysıyla toplumsal çoğul, bugün sadece ekonomik kriz tehdidi altında değildir. Artan kaygı bozukluğu, karmaşık ruh halleri, saldırganlık, kontrolsüz öfke vb. faktörler, ruhsal açıdan da tehdit etmektedir.
Politik merkezler ile toplum arasındaki sosyal benzeşme bir diğer ifadeyle davranış örtüşmesi, kendini bırakmış dağılmış toplum gerçeğinin ana nedenleri arasındadır. Bu da birey ve toplumun kendini, erk/iktidar davranışlarından ayrıştırma edimini zorlaştırmıştır. İktidar-toplum, toplum-politika bağlamında, birbirini açan, çözüme zorlayan alandan uzaklaştırarak; birbirlerini kanıksayan, tolore eden, onaylayan zemine çekmiştir.

Türkiye de örtüşen örnekler: “Allah’ın gazabı!”
Meclis kürsüsünde bayılıp yere yığılan (sonrasında hastanede yaşamını yitiren) vekili gören bir başka vekil, “Allah’ın gazabı böyle olur” diyebilmiştir. Statlarda meydanlarda da benzer tablolar oluşmuştur. Taraftarlar, etnik kimliklerine öfkeli oldukları oyuncuları linç etmeye kalkışmış, bir başka taraftar gurubuna mensup seyircileri tribünden aşağı atarak yaşamına kastedebilmiştir.
Bir parti lideri “öldürmeden vatan savunmasından vazgeçmem” demiş. Bir kulüp başkanı sahaya inerek aynı rahatlık ve aymazlıkla hakem yumruklayabilmiştir.
Başka bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın oğlu, aracıyla çarptığı insanın ölümüne yol açtığı halde, ülkeden rahatlıkla çıkmıştır. Soru üzerine, yetkili bakan, “bu gündemimiz değil, gündemde Filistin var” diyerek geçiştirebilmiştir.
Bu ve benzer örnekler, politik ve toplumsal hayatı düzenleyen şeyin, bağlayıcı toplumsal evrensel kurallar, ihtiyaçlar ve hedefler olmadığını gösterir. Bunun yerini son derece yaralayıcı ve aşağılayıcı biçimde bireysel, grupsal çıkarlar, güdüler, zevkler, tatminler almıştır.

Toplumsal Lümpenleşme ve Erk: Politik İktidarın Sosyal Evrimdeki Rolü
Toplum, erk’i izleyerek benzer reflekslerle suç ve suçluyu tolere etmektedir. “Suç ve suçluyu övme” bireysel olmaktan çıkarak genelleşmiştir. Hayatın her alanında görülen şiddet kanıksanmıştır. Politik merkezlerin geliştirdiği “vatan-millet” söylemleri Meclis örneğinde görüldüğü gibi şiddeti “bandrollu” yapıp meşrulaştırmıştır.
“İktidar hastalığı” olarak gelişen bu durum, günümüzde “toplumsal hastalık” biçimin almış, özellikle bu kaynaktan beslenen birey ve sosyal yapılarda “sürekli ve şiddetli saldırganlık” biçiminde kendini açığa vurmuştur. Kaynağı şiddettir.

Şiddetin çekici yükselişi
Şiddet dünyayı sadece yormamış aynı zamanda erilleştirmiştir. Şiddet arttıkça yaşam doğal anlamını yitirir. Braidotti de dikkatleri “dünyanın erkek için erkeğe dayalı bir dünya olduğuna” çekmiştir. “Tarih de miras aldığımız erkeklikte, erillik -kahramanlık tarzına yaslanır” der. Bu “kahramanlık” şiddetin çekici yükselişini tetikler.
Böylece eril cinselliğin önceliği, toplumsal ve siyasal iktidarın beşiği olur. Kötülük burada bu beşikte mayalanır. Bu da toplumsal doğayı ve bu doğada ilişkileri kasarak katılaştırmıştır. Çözümü değil çözümsüzlüğü, çelişki ve çatışmaları derinleştirmiştir. Yerel, bölgesel ve küresel krizlerin, anlamsızlığın, ruhsal ve duygusal soğukluğun temelinde de bu vardır.
Bu nedenle erk, erkek ya da “erkeklik” çağın değişim dinamiği özelliğinden uzaktır. Tarih, insanın sosyal, kültürel, ahlaki evrimi için ‘yeniden doğuş’a ihtiyaç duyar. Bu ‘ihtiyaç’, yeni neolitiğe, özgürleşen kadına, kadının sosyal varlığına çağrı yapar.
Erk-toplum örtüşmesini aşarak toplumu ve toplumsal dinamikleri “doğal zeminine” çekmenin yegâne yolu da budur.
Mevcut durum,bütün toplumsal parametreleri etkilediğini, bütün yapıları şiddet sarmalı içine alarak kendini benzestirdigini düşünüyorum.