Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Felsefe
  4. Çözülme: Toplumların histerik “kalabalık”lara dönüşmesi…

Çözülme: Toplumların histerik “kalabalık”lara dönüşmesi…

featured
Kürt Sorunu: Çatışma sürdürebilirlik politikası değildir!

“Hani nerede o eski aşklar”, arkadaşlıklar? Nerede o duyarlı paylaşımlar? Nerde o kolektif ruh, “imece”ler? Yara sarmalar, merhem olmalar? Yardıma koşmalar, kucaklaşmalar? O rahatlatıcı telkinler, güven veren terapiler nerde? Kol kola, omuz omuza yürüyüşler? Gelecek güzel günlere tempo tutan şarkılar? Kapı açık uyumalar? “Komşuda pişer bize de düşer”ler? “Komşu komşunun külüne muhtaç”lar? Hani nerede?

Kaybettik!

Biz toplumu (*) kaybettik! Toplum dehşet bir çözülme yaşayarak özniteliklerini yitirdi! Şuursuz, histerik, lümpen “kalabalık”lara dönüştü! “Yığın”laştı! Artık şuurlu toplum yok! Onun yerini alan “kalabalıklar”, amaçsız, sıradan “yığınlar” var! “Toplum” karşılığı olmayan bir sıfat, içi boş bir kavram artık! Estetiğini, esnekliğini, refleksini yitirmiş bir “kütle”!  Etiği, güzelliği kalmamış amaçsız ve hedefsiz bir “sürü…” Güdülerin, bireysel istek ve arzularının esiri olmuş vasıfsız “çoğul”!

Topluma güzellemeler yapmanın, “reel toplumcu” olmanın, popülizme yatmanın anlamı yok; faydası da!

Yaşar Kemal’in, “Demirciler Çarşısı Cinayeti” romanında dediği gibi: “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.” Mecaz ama, aynen öyle olduk! Sorumsuz, ilgisiz, histerik, toplum olma özelliğini yitirmiş lümpen “istiflerle” baş başa kaldık!

Bu toplum histerik ve saldırgan! Agresif, rijit! Jilet gibi keskin küfürbaz. Holigan! Doğallığı, güzelliği özgürlüğü kaldırmıyor! Dostluğu, sevgiyi, sevmeyi hazzetmiyor! Farklılıkları, farkındalığı, ötekiyi, ayrık olanı bağrına basmıyor! Çok sesliliği, çok kültürlüğü, çok renkliliği kabullenmiyor! Estetiği, inceliği, naifliği, zarafeti “kadınca” buluyor ve “erkekliğine” yakıştırmıyor! Bu toplum cinsiyetçi! Hoşgörüyü, mütevazılığı, akilliği, mantığı sempatik bulmuyor!

Hasta toplumun histerik örnekleri…

Hasta toplumun histerik örnekleri…Ruh sağlığı bozuk kişi… Birey ve toplum sorunludur, yığındır…

Bu toplum hasta! Ruh sağlığı bozuk. Düşünce ve davranış birliği, uyumu ve tutarlılığı yok… Her tutumu her hareketi çelişik ve problemli…

Gözlem: İstanbul İstiklal’de bir kalabalık görüyor ve yaklaşıyoruz. Genç bir erkeğin intihar etmek için yüksekçe bir binaya çıktığını görüyoruz. Kendini aşağı bırakmada kararlı gibi. Kalabalıktan birçok kişi büyük bir hazla fotoğraf çekiyor. Aralarında selfi çekenler de var. Kimse tedirgin değil. Ya da çığlık atmıyor, kurtarmak için telaş etmiyor! Kalabalıktan biri: “Hadi ya! Atlayacaksan atla! Bizi bekletme kardeşim, hadi işimiz var. Burada seni mi bekleyeceğiz” diye bağırıyor! Kalabalık gülüşerek onaylıyor. Bu sese tepki gösteren yok! Bir diğeri, durup bakmaya bile gerek duymadan, “Bunlar hep böyleler ya! Atlamazlar, atlamazlar” diyerek geçip gidiyor…

Bu toplum kan, ölüm, yıkım görmeye koşullu. Yokluktan, yoksunluktan, acı ve yıkımdan, ötekinin yaşadığı dramdan, trajediden besleniyor. Büyük haz alıyor! Acıdan karamsarlıktan umutsuzluktan besleniyor. Hiç bilmediği, görmediği, tanımadığı, konuşmadığı, öyküsünü dinlemediği insanlara bile öfke duyuyor! “Düşman” görüyor! Garip, engellenmesi güç bir “intikam duygusu” taşıyor…

Böyle toplumların etiği, empatisi olmaz. Birey de dehşet biçimde toplumla benzeşir. Ayrışmak da istemez. Çünkü, çözülmüş, öz niteliğini kaybetmiş “toplumlar”da birey, bir tür özdeşlik kurar, çarpık problemli bir aidiyet oluşturur. Geniş hareket alanı bulur. Böylece “yığın”a dönüşmüş toplumun öznesi, taşıyıcısı haline gelir…

Bencilliği saygısızlığı normalleştirir.  Tam bir sosyal lümpene dönüşür. Etik kuralları olmaz. Aşağılar, hakir görür. Empati yapmaktan, sevgi duymaktan yoksun olur.

Gözlem iki: İzmir’de, akşam saatlerinde Konak yönünden Şirinyer’e doğru giden kalabalık bir belediye otobüsündeyiz. Ayakta yolculuk yapan 20’li, yaşlarda genç bir kadın azarlar gibi konuşuyor: “İşten yorgun çıkıyorum. Eve ayakta gidiyorum. Bakın, otobüste 65 yaş üstü insanlar çoğunlukta. Ücretsiz diye çıkıp geziyorlar. Ne işleri var. Ne diye çıkıyorlar evlerinden. Oturup kalsınlar. Gezmeseler olmaz mı? Onlar yüzünden oturamıyorum. O kadar çalışıyorum bir de eve ayakta gidiyorum. Benim oturmaya hakkım yok mu, bu ne ya!”

Kadına itiraz eden yok, onaylayanlar ise çok!

Toplum egoist! Birey de bir o kadar saygısız. Bir diğerinin, özellikle de bir yaşlının yaşam hakkına, ulaşım hakkına saygı duymuyor. Bir diğer bireyin doğal haklarını, doğal davranışlarını kendine, kendi yaşam alanına saldırı sayıyor!  Dehşet bir körleşme, kaçış ve yozlaşma bu!

Gözlem üç: Trabzon’da, Trabzonspor Fenerbahçe’yle karşı karşıya geliyor. Ambiyans güzel. Bir görsel şölen… “Taraftar”ların kendinlerini ifade ettiği, takımlarıyla bağ kurdukları efektif alan! Aniden biri sahaya atlıyor, arkasından biri daha! Sonra diğerleri… Sürü refleksi, koşullanmış histerik bir saldırganlıkla harekete geçiyor. Saha bir anda görsel şölenden “şiddet alanı”na dönüşüyor!

Şuursuz kalabalıklar, şiddeti, hakareti, kırp dökmeyi seviyor. Yakıp yıkmaya koşullu… Şiddete, linçe hazır… Toplum olma özelliğini yitirmiş kalabalıklar, bu vahşi “şölen”den büyük haz alıyor, kendinden geçerek tatmin oluyor!

Benzer sahneler başka maçlarda da sıkça görülür.  Sadece sahalar değil, politik alanda da! Farklı düşüncelerinden, tercihlerinden, yaşam tarzlarından dolayı linç edilenler… Saldırıya uğrayanlar. Şiddet görenler… Kürtler, Solcu’lar, ilericiler, kadınlar, aydınlar, LGBT+ liler, farklı inançtan insanlar, öteki’ler…

Gözlem dört: Newoz kutlamaları. Halkların ve renklerin bayramı. Güzelliğin, hoşgörünün, tahammülün çiçeklenişi… Ezilenlerin, mağdurların, hakir görülenlerin yediden doğuş, yaradılış zemini… İzmir, İstanbul vb. yerlerde Newroz’a gelen LGBT’liler bazı grup ve politik eğilimler tarafından saldırıya uğrayarak dışlanıyor…

Daralan toplum sorunludur…

Daralan toplum sorunludur… İlgi kırılmaları “toplum”ların içe kapanarak daralmalarına yol açar.

İlgi kırılmaları “toplum”ların içe kapanarak daralmalarına yol açar. Bu daralma, “tehdit algılarını” dışa doğru genişletir. Aynı biçimde birey de daralıp saldırganlaşır. Tehdit algısı genişler ve “farklılıkları” tehdit sayar, tahammül etmez olur…

Farklı düşünüp yaşayanları; farklı dilden müzik dinleyenleri, farklı cinsel kimlikleri linç etmeye, hayatın dışına itmeye çalışır.

Böyle birey ve toplumlar sorunludur! “Yığın”dır. Holigandır. Sahalara atlarlar, ev, işyeri basarlar… Sokağa inerler… Köşe başlarını tutarlar… Öteki’ne, acı çekene, mağdura acımazlar…

Toplumun kendiyle sorunu var!  Sorunu “öteki” değil, kendisidir. Oturmamış, sosyalleşmemiş kişiliğidir.  İçe çökmüş, dibe vurmuş “benliği”dir.  Bu toplumu hasta eden, saldırgan ve öfkeli yapan; hayata insanlara, olaylara, aşka ve güzelliğe yabancılaştıran dinmeyen “nefret söylemi”dir! “Öteki”ne duyulan öfkedir! Erk’in, erkek egemen söylemin kendisidir! Yaratılan “sürü” psikolojisidir. Bilinçli özgür toplum yolundan alıkonan “yığın”dır. Çarpıtılan ve her defasında Erk’e hazineler kazandıran “vatan”, “millet”, “aidiyet” kavramlarıdır!

Toplum olma özelliğini yitirmiş, “kalabalık”lara, “yığın”lara dönüşmüş; “sürü”leşmiş toplumların algısı kapalıdır. Adalet eşitlik duyguları yoktur! Erdemi, mahremi, masumiyeti, maneviyatı bilmezler!

Barışı, uzlaşıyı, empatiyi anlamsız görmeleri; sorunsalı olarak algılamamaları da bundadır. Doğayı, çiçeği böceği, suyu ağacı, yeşili sevmeyişlerinin; ilgi alanlarına sokmayışlarının nedeni de budur.

Kavga-döğüşü, hır-gürü, teşhiri, tecritti, suçlamayı, hakir görmeyi, linçi, recmi  seviyor, onaylıyor oluşları da…

Bu toplum, bu anlamsız kalabalık, bu içeriksiz yığın; son olaylarda da görüldüğü gibi tam bir “şiddet tutkunu” dur! Şiddet aşığıdır! Şiddet bu gibi toplumların tapınağı, tanrısı gibidir! Kimliği, benliği, suyu ekmeğidir! Bu anlamsız yığınlar, saldırganlığa, şiddete, nefrete yatkındır! Her an, her durumda bit yeniğine, dedikoduya, kara çalmaya, kuyu kazmaya, komplo kurmaya, yalana- dolana, aldatmaya ve aldatılmaya taliptir!

Neden böyledir? Toplumun, “toplum olma” özelliğini yitirişinin nedeni nedir? Erk!

Erk, toplumların beynine yüreğine hükmederek, sorun ve önceliklerine yabancılaştırmıştır. Erk gibi düşünen, erk’in sorun ve önceliklerine odaklanan bir toplum yaratmıştır.  Erk gibi hisseden hayata, olaylara onun gibi bakan bir forma sokmuştur. “Kraldan fazla kralcı” sözünün kaynağı da sanırız de bu “özdeşlik”tir.

Peki, düzelecek mi?

“Arkasından baltasını biledi…”

Soru aklıma Aşık İhsani’nin okuduğu bir türküyü getiriyor:

“Dedim İlin nere senin, dedi Van
Dedim çoluk, çocuk, dedi, sekiz can
Dedim düzelecek, dedi, ne zaman
Arkasından baltasını biledi…”

(…)

__________________

(*) Burada Türkiye toplumundan bahsediyoruz. Ve “Toplum”u, “kalabalık” ya da “kalabalıklar”, “yığın”, “ yığınlar” anlamında kullanıyoruz.

Çözülme: Toplumların histerik “kalabalık”lara dönüşmesi…
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 23 Mart 2024, 13:13

    Eşsiz cesur değerlendirmeler ve inanılması gerçekten siyaset üstü felsefik yaklaşımlar gerektiren perspektifinizi selamlıyor, saygılar sunuyorum ✌️

    Cevapla