Delil Karakoçan
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Felsefe
  4. Ali Şeriati’de AŞK: Aşkın toplumsal içeriği

Ali Şeriati’de AŞK: Aşkın toplumsal içeriği

featured
Ali Şerîatî’deAŞK: Aşkın toplumsal içeriği

Ali Şeriati, “ihtiyaçlarımızdan birini karşılamak için bir seçim yapar, bizi sevmesi için birini sever veya ihtiyaçlarımızdan birini ya da onun sevgisi bize bazı imkanlar sağlar diye birine sevgi beslersek, yaptığımız şey, gerçekte olsa olsa alışveriştir. Aşk ise her şeyi bir amaç uğruna elden çıkarmak ve karşılığında hiçbir şey, hiçbir ödün istememektir. Bu büyük bir seçimdir. Ne seçimi? Başka biri yaşasın, bir ideali gerçekleştirsin diye kendine ölümü seçmesi…”

Birey, bu tanrısal seçimiyle bireysellikten toplumsallığa geçiş yapar. Sadece yaşamı değil, kendini de anlamlandırmış olur. Bir tür manevi ve ahlaki yüceliş yaşayarak toplumsallaşır. Dağarcığındaki “birey”, “aile”, “çevre”, “ulus”, “ülke” gibi kavramların yerini insan(lık) alır. Aşkın kaynağı da yatağı da evrenselliktir. Birey (insan) evrensellikte “toplumsal ölüm”e karşılık, kendi “ölümünü seçerek” Nirvana’ya ulaşır. Nirvana’da bir tür evrenselliktir.

Ali Şeriati, “İnsan kendini feda ettiği bu aşamada “isâr” aşamasına erişir.

Ali Şeriati, İnsan kendini feda ettiği bu aşamada “isâr” aşamasına erişir. İsâr, bireyin, insanın başkasını kendine tercih ettiği bir aşamadır. İsâr, başkasını kendisine tercih etmek demektir. Hatta senin, başkasının veya başkalarının canını kendi canına tercih etmen; onu koruman, kendini yok etmen demektir. Burada anlaşılıyor ki insan, iki ölümden birini, kendi ölümünü seçmiştir; canının ölümünü, menfaatinin ölümünü, şöhretinin ölümünü, mutluluğunun ölümünü, huzurunun ölümünü, malının, yediğinin, içtiğinin ölümünü…”

Geleneksel aşk, aşk eyleminin celladıdır

Bu aşamada, geleneksel olan aşktan ıraktır. Aşk eyleminin celladıdır. Aşkı boğar.  Aşk yerine güdülerle, eril arzularla yaşar. Ötekini severek, kendini katarak, diğeri için yaşayarak toplumsallaşan bireyi suçlayarak ayıpsar. Aşka karşı müthiş bir direnç oluşturur. Ben’i ve bencilliği yüceltir. Böylece aşkın ve aşk insanının en büyük çelişkisi (problemi) haline gelir. Duygusal, düşünsel ve ruhsal çöküşler, heyelanlar yaşar.

Oysa zindana/cendereye alınmış, iğdiş edilmiş insan; ancak aşk gücüyle kurtulabilir. Kurtuluşun, güzelliğin, özgürlüğün başkaca yolu yoktur.

Bugün kişisel sevgide (aşkta) yaşanan dramatik çöküş ve çözülüşlerin temelinde de aşkın toplumsal niteliğinin kayboluşu vardır. Aşk; erilliğin, baskın karakterli oluşun, tensel yaşamın karşıtıdır. Tüm bunlar aşkı doğrudan tensel olana indirger ve orada tüketir.

Geleneksel olan erildir. Düşünsel, ruhsal ve duygusal doğurganlığı (yaratıcılığı) yoktur.  Kökleşik referanslar eril olanı korurken aşkı öldürür.

Aşk sanıldığı gibi duygulardan değil, toplumsal ilgi ve yaratılardan doğar. Aşkın kaynağı “ilgi duyulan” değil; ilgi duyulan da güzel duygular yaratan devrimci tutumdur.  Toplumsallığa, oradan da bilinçli özgür yaşama götüren de budur. Özgür aşk ya da aşkın özgürlüğü böyle bir tutumla başlar.

Kökleşik referanslar eril olanı korurken aşkı öldürür.

Özgür aşk İyileştiricidir

Sadece hazzın tanrısal yaratıcısı olmakla kalmaz; yarattığı duygulanım, anlayış, bakış, dokunuş, yaşayışla estetize de eder. Şiirsel geri dönüşleri olur. Toplumsal kaynaktan gelen bu geri dönüşlerle hayatı korur. Özgür aşk, sadece yaratıcı değil aynı zamanda koruyucudur. Tanrısallığı da bu özelliğinden gelir. Âşık olanlar ve aşkı derince yaşayanlar; insanlık özgürlük arayışını başka boyutlara taşır. Taşıdığı yerde riyakarlık, bencillik, kıskançlık, kandırmaca aldatmaca yoktur. Burada eril zorlamalar dönüşerek yerini büyüleyici romantizme bırakır.

Schiller de “aşk insanı birliğe, bencillik yalnızlığa götürür” derken bu toplumsal içeriğe dikkat çeker. Tam da burada gözler kadar ruhlar da Ali Şeriati’yi bir kez daha arar. Şerîatî’de “aşk ile özgür insan” arasındaki bağa dikkat çeker:

 “Aşk, akıl ve mantığın ötesinde, bir hedef için veya başkaları için bizim kendimizi inkara ve kendimize başkaldırmaya çağırabilen, gerektiğinde bir ülkü veya başkası uğruna fedakârlık etmeye çağırır. Bu aşamada özgür insan meydana gelir. Bu yüce insan olma aşamasıdır.”

Konu aşk olunca, “Bizler!”

Ali Şerîatî’den pasajlar aktarırken bir çoğumuzun surat astığı ve itiraz-i bir huzursuzluk yaşadığı kesin. Çünkü aşkta geleneksel yanımız hala çok baskın. Eril-istismarcı! Geleneksel aşk (serbest aşk) kavrayışımız hala baki! Özgürlükçü yanımız, özgür insan ve toplum arayışımız bile aşkı, eril bataklıktan çıkarabilmiş değil.

Özgür aşka karşı, “serbest aşk”, (geleneksel aşk, pazar aşkı) özel mülkiyetin duygu ve düşünce dünyasında yarattığı kirlenmeye dayanır.  Kapitalist yasalarla işler. İnsanın insana kulluğunu içerir. 

Serbest aşk ilişkisinde taraflar mülkiyet dünyasının bütün ilişkilerine bağımlıdır. Kalıcılık duygusu veren tek şey mülkiyet ve onun sonuçlarıdır. Mülkiyet dışında değerli hiçbir şey yoktur. Çiftler, sayısız bağla kendilerini kuşatan mülkiyet dünyasına bağlı olduklarından birbirlerine bağlanmazlar.  Bilinçlerinde ve bilinç altlarında kutsal ve değerli olan yalnızca kendilerini yutmuş olan mülk ilişkileridir.” (A. Çubukçu)

Özgür aşka karşı, “serbest aşk”, özel mülkiyetin duygu ve düşünce dünyasında yarattığı kirlenmeye dayanır.  Kapitalist yasalarla işler.

Toplumsal olana karşı özel alanın çekiciliği…

Evet, politik tercihlerde, aidiyet ve tutum almada genellikle sorunsuzuz. Politik alanda toplumcu kimliğimiz az-çok kendini gösteriyor. Ancak konu aşk olunca toplumsal alandan hızla uzaklaşarak eril evirilmeler yaşayarak “erkekleşiyoruz!” Aşka atfettiğimiz anlamın, yaptığımız tanımların hiçbirinde toplumsallık olmuyor! Toplumsal eylem ve duygulanımın beslediği “özgür aşk”a karşı, geleneksel olana (serbest aşk) sarılıyoruz. Sosyalliğimize karşılık, eril bilinçaltımız geri- geleneksel kabullerimiz her birimizi “serbest” olana savuruyor!

Toplumsallaşmadan da ötekini sevmeden de diğeri için kendinden vazgeçmeden de aşk insanı olabileceğimizi; büyük aşklar yaşayabileceğimizi varsayıyoruz. “Özel alan”, “özel hayat” tanım ve adlandırmalarla aşkı sıradanlaştırıyoruz.

Büyük kandırmacadır bu!

Sorun iki kişinin “özel alanda” ne yaşadığı değildir. Kişilerin hangi görüş, anlayış, kavrayış, hangi eylem ve yaratılarla buluştuğu, birlikte olduğu sorunudur. Aşk, bu “özel alanın” dışında doğar ve yaşanan ilişkiyle “özel alana” taşınır. Ancak orada kalmaz; özelde toplumsallığı bulur ve yaşar.

Özetle, aydınlanarak toplumsallaşmamış; toplumsal mücadelenin yaratıcı öznesi olmamış bireylerin yaşadığı aşk değil ilişkidir. Kapitalist hayata ve kurallarına bağlı şartlı “serbest aşk”tır. Bu aşk anlayışı sevişmeyi bile kapitalist hukuka bağlar.

Oysa “sevişmeyi” “aşk yapmak”la özdeşleştirmek aşkı aşağılamaktır. Aşk inkarıdır. “Aşk yapıyoruz”, “aşk yaşıyoruz” gibi ikili içerikler aşka karşılık düşmez çünkü…

Geleneksel insan, sosyalleşmeyen insan, toplumsal amaca kendini katmayan/adamayan insan aşk insanı olamaz.

“Aşk, her şeyi bir amaç uğruna elden çıkarmak ve karşılığında hiçbir şey, hiçbir ödün istememektir.”  

İşin doğrusu!

Oysa biz, karşı kıyıya hiç geçmedik! Kendi öznel kıyılarımızda dolanıp durduk. Bekli bir kadını/ erkeği sevdik. Hoşlandık… Heyecan duyduk…

Arzuladık… Aradık… Özdeşleştik… Özlemini duyduk, duyuyoruz. Ama aşk değil bu. Aşk duygusu, aşk akışı, aşk yolculuğu değil. Değil çünkü karşı kıyılarda değiliz!

“Sevdiği için” (kadın ya da erkek) kendini paralamak, gözünü karartmak, kendinden geçmek, kan dökmek, gözyaşı akıtmak, dehşet kıskanmak, sahiplenmek aşk değil. Ali Şeraiti’nin dediği gibi “alışveriştir.” Ve toplumsallıktan soyut her tekil duygunun, isteğin altında koşulsuz vermek değil, sahiplenmek yatar!

Oysa Aşk, her şeyi bir amaç uğruna elden çıkarmak ve karşılığında hiçbir şey, hiçbir ödün istememektir.”  Bir kadını ya da erkeği de böyle sevmektir. Sahiplenmeden, bir şey istemeden, beklemeden, şartsız, karşılıksız, hesapsız, beklentisiz…

Tüm bir halkı, insanlığı sever gibi, insanlık için soluk alır gibi…

Sevgide ve aşkta evrenselliktir bu. Sevgide evrensellik ise kişisel sevgide yanılmayı önler; evrensel sevgi kişisel sevginin de güvencesi olur. Gerçek doğasında derince yaşar…

Ali Şeriati’de AŞK: Aşkın toplumsal içeriği
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir