Cemal Özel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Genel
  4. “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”

“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”

featured

Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktırSözü Bir Alevi Desturu mudur?

Karşımıza çokca çıkan, yapılmış veya söylendiği varsayılan eylem-sözler vardır. 
Gerçekte ise, bu tarz şeylerin bir çoğu hakikat ile herhangi bir ilişkisi yoktur.
Aksine, bu anlatılar moda deyim ile “birer şehir efsanesinden” başkaca bir şey değildir.

Mesela; Marie-Antoinette’nin “ekmek yoksa pasta yesinler”,
İsa’ya atfedilen “ağıza giren değil, çıkan pistir” sözü veya Neron’un “Roma’yı yaktığı”
iddiası gibi….

Hace Bektaş Veli’ye de; ‘’Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’’ desturunu söylediği 
kimi çevrelerce atfedilmektedir.

                                     ★★★

Türkçede “hacı Bektaş” diye bilinen dini-tarihi şahsiyeti ben gerçek sıfatı olan
hace” ile zikrediyorum.

Hace: Farsça χʷāca/χoce خواجه saygın kimse, efendi, rabb ≈ Hwar χwācīk a.a.
(Kaynak: Benzing I.3)? Orta Farsça χwadāy a.a.

Not: χoca ve koca biçimlerinde 13. yy’dan itibaren Acem ve Türk ülkelerinde
yaygınlık kazanan saygı deyimidir. Nihai kaynağı İrani olmalıdır.(1)

Kürdi dillerde eskiden erkek ismi olarak “Xaci” vardı ve bu hace ile aynı kelimedir.
Türkçeye de hoca olarak geçmiştir. Rahatlıkla anlaşılacağı üzere,
hace Bektaş hacca gittiğinden dolayı “hacı” sıfatını almış değildir,
aksine saygın bir bilge olduğu için “hace” olarak anılmıştır.
Tabi ki zamanla devletin resmi görüşü ve dini-siyasi kaygılar onu “hacı” yapmıştır.
Tıpkı hace Kureş gibi!….

                                     ★★★

Başlığa aldığım sözün hace Bektaş’a ait olduğu iddia edilir. 
Acaba tamı tamına böyle bir söz etmiş midir?  En son yazacağımı peşinen en başta yazayım.
Hace Bektaş’ın böyle bir söz etmiş olma ihtimali sıfır, rakam ile 0’dır. 
Sebebi için kısım kısım izah ederek devam edip ilerleyelim!

Çünkü;

1- Hace Bektaş bilindiği kadarıyla Türkçe bilmezdi. En azından Türkçe bildiğine dair elde tek bir tane bile veri bulunmamaktadır.

2- Hace Bektaş’ın yaşadığı dönemde Anadolu da yazılmış tek bir Türkçe metin yoktur. Türk olduğu iddia edilen Rum Selçuklular (Anadolu Selçukluları) dahi resmi dil olarak Persçe yanında Arapça kullanmış, Türkçe ise herhangi bir şey, tek bir yaprak dahi yazmamıştır.

                                     ★★★

Konunun daha iyi bir şekilde anlaşılması için “bilim” kelimesinin etimolojisine bakıp ilerleyelim.

Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak ve diğer örnekler)

[ Cumhuriyet – gazetesi, 1933]

Bilim işlerinden vazgeçelim de biz biraz ameli düşünelim.

[ Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, 1935]

bilim; marifet, irfan, ilim

Köken; Kırgızca bilim “bilgi, malumat” sözcüğü ile eş kökenlidir. Kırgızca sözcük Eski Türkçe bil- fiilinden Yeni Türkçe +Im ekiyle türetilmiştir.

Ek açıklama

1934 tarihli Tarama Dergisinde ilm karşılığı olarak önerilen sözcüklerden (bilgi, bili, bilü, bilik, biliş, bilme, bulgu vb.) biridir. İlm/ilim sözcüğünden serbest çağrışım yoluyla benimsendiği şüphesizdir. Kaynak gösterilen Kırgızcada sözcük genel anlamda “malumat” anlamına gelir.(2) Buradaki “ilm” Arapça kökenli olup bilgi demektir. Karşıtı cahil ise “bilmeyen, bilgisiz” manasına gelir.              

Farklı bir ifade ile “cahil” islamı bilmeyen demek olup “cahiliye” ise islam öncesi dönemi ifade etmektedir. Görüldüğü gibi Türkler 1930’lara kadar Arapça olan ilim kelimesini kullanılmıştır. Günümüzde dahi hala islami mantığa sahip insanlar terminolojik olarak, ilim kelimesini islamı bilmek anlamında kullandığını belirtmek isterim…

                                     ★★★

1930’larda Türkiyede modern döneme uygun, yeni bir dil (Türkçe) tasarlanmış ve buna uygun olarak birçok yeni kelime türetilmiş, sıkışıldığı yerde ise açıkça yeni kelimeler uydurulmuştur.  Burada amaçlanan ise, yeni bir millet olarak tasarlanan Türk için, modern zamana uygun bir kültür ve medeniyet ”yaratmaktı”.  Tamda bu yüzden gerek Persçe yazılmış olan veya sözel olarak (en azından yazılı halini bilemiyoruz) Kırmançki/Zazaki ve Kırdaski/Kurmanci şiir, klam veya sözler Türkçeye çevrilmiş, Türklüğe mal edilmiştir. Bu kısma örnek olarak Türkçe yazdığı iddia edilen Yunus Emre (İstanbul şivesi ile Türkçe şiir(?), Sıdkı baba ve derleyici (aslında tercüme) Pertev Naili Boratav’ı v.s. göstermek kanımca yeterli olacaktır…. 

Kuşkusuz yapılmaya çalışılan, bir üstte zikrettiğim gibi bir kültür-medeniyet yaratma için yapılmış sosyal bir mühendislik projesi olup “Aleviliğin Türklüğe asimilasyonu” için kurgulanmıştır.

                                      ★★★

Tekrardan hace Bektaş’a atfedilen söze gelirsek, islam ulema kesimi ve islam-müslüman gibi görünen sufi-tasavvufi kesim Arapçadan alınma “ilim” kelimesini kullanmışlardır ki, bu din bilgisi anlamında olup, “islamın Allahını ve buyruklarını bilme” anlamında olup, zamanımızdaki rasyonel aklın bir yöntemi olarak bildiğimiz bilim anlamında kullanılmış degildir. Evet burada ‘’ilim’’ ile kastedilen islamı bilmektir, ki, bilmeyen yani islam olmayan manasına gelir ve bunlara “cahil” etkin dönemlerine ise “cahiliye” denmiştir. Bu tanım ayrıca “ötekileştirici” olup, masumane ise hiç değildir!

Romalılar hristiyanlığa geçtikten sonra, aynı mantığı “pagan ve paganlık” tanımları olarak kullandığını bir bilgi notu olarak bu noktada aktarmak isterim!

                                      ★★★ 

Eski İrani düalist (ikicilik) dinlerde, iyilik aydınlık, kötülük ise karanlık ile tanımlanmış, eskatoloji (din felsefesi) bunun üzerine bina edilmiş ve bütün bir hayatın bu karşıtlık üzerinden yürüdüğüne inanılmıştır. (daha fazla bilgi için Zulüm ve Zulmet yazıma Diroka Kurdistan/History of Kurdistan sitesinde bkz).  Dolayısıyla burada kastedilen karanlık, Arapçadan alınma “zulumat” olarak, inanç önderi ve sufilerce tanımlanıp kullanılmıştır. İddia edildiği gibi “karanlık” tanımı bu formu ile daha bir iki yy. öncesine kadar kullanıldığına dair hiçbir veri bulunmamaktadır. Karanlık; << TTü karaŋġulık karanlık (isim) < ETü karaŋġu karanlık (sıfat) +lIk ≈ Moğ qaraggui a.a.

→ kara Not: TTü 18. yy’a dek sıfat ve ad olarak olarak karaŋu kullanılmıştır. Türkçe ve Moğolcada ortak olan kara sözcüğüyle yapısal ilişkisi muğlaktır.(3)  Görüldüğü üzere, 13. yy. yaşadığı düşünülen hace Bektaş’ın Türkçe bildiğini varsaysak bile, bu formda karanlık kelimesini terennüm etme şansı yoktur….

                                     ★★★

Alevilik, büyük oranda bir üstte bahsettiğim dualist olan bu eski İrani inançların değişim dönüşümü sonucu zamanla oluşmuş bir dindir. Yazının başlığına aldığım veciz söz Alevi eskatolojik mantık bütünlüğüne aykırı durmayıp, aksine bu inancın klasik-kadim düşünce silsilesini anlatmaktadır. Ayrıca, üzerinde tartıştığım sözde de net olarak anlaşılacağı üzere, ‘’tanrıya gitme-ulaşma’’ mantığını anlatmakta olup aksi durumda gidilecek yolun karanlık/kötülük olacağını dolayısıyla “hak yolundan” sapılacağını ve insanın iyi-hayırlı bir yaşam sürmeyecegine dair yapılan bir göndermedir. Şu halde, ‘’aydınlığın peşinden gidilmesi’’ gerektiğini vaaz eden bu söz, büyük ihtimal Alevi-Bektaşi Dergah ve Xangahlarında söylenen bilindik bir destur olduğunu belirtmek yanlış olmasa gerek.           

                                     ★★★

1980 öncesi, bir şekilde solculuk yapmış hatırı sayılır bir kısım Alevi, sahip olduğu politik hattın Türkler içinde bir karşılığının olmadığını yaşayarak tatmak zorunda kalmış ama bu reel durumu hala kabul etmiş değiller. Elli beş ve altmış beş yaş arası olan bu “ergen ihtiyarlar” akla, mantık ve zamana inat bir garip solculuğuna yedeklemek için bir şeyler aramaktadır. Kuşkusuz bu “arayış” içinde cehaleti, cüreti ile beraber taşımaktadır. Yani Alevilikten zerre miskal anlamayan bu kesimler  bir din olan Aleviliği rasyonel aklın yöntemi olan bilim olduğunu iddia ederek deyim yerindeyse “sinekten yağ” çıkarmaya çalışmaktadır…

Yine bir kısım Alevi, aslında dinsel olarak bitmiş Aleviliğin yerine ne koyacağını bilememektedir. Bundan dolayı kafası bir hayli karışık ve tedirgin olduğu görülmektedir. Bu kesim de “islam kompleksinden” dolayı, yukarıda kısaca değindiğim solculuk oynayan insanların bir nevi gazına gelip, aynı klişeyi terennüm ederek eziklik ve korkusunu gidermektedir. Tamda bu yüzden, hace Bektaş’a aid olduğu savlanan bu sözü, gerçekten bir deneme yanılma yöntemi olan pozitivist aklın ürünü olan bilim ile karıştırmaktadır…

Yine bu kesimlerin bilime her hangi bir katkısını bir kenera bırakalım, herhangi bir çabası dahi bulunmamaktadır. Kaldı ki; Haq, Xızır, Adem, güruhu Naci, bava Kureş, ruh göçünü v.s. hangi bilimsel disiplin ile izah edecekler?

Herhangi bir şeye komplo teorisi üretme anlamında değil, aksi tecrübe ile sabit olduğu üzere bilinen bir devlet (kurmay) aklı; “yutmak istediğini” önce bozup iğdiş eder sonra ise yuttuğu bilinmektedir. Bu noktanında saptırmaların anlaşılması için ivedilikle akılda tutulması gerektiğini belirtmek isterim.

1,2,3: Sevan Nişanyan Sözlük Çağdaş Türkçenin  Etimolojisi

Not: Yazılarımın her türlü sorumluluğu bana ait olup Munzur Press ile alakasızdır.

“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir